29 Aralık 2015 Salı

Kore Dizisi : Paradise Ranch

Merhabalar ben geldim.

Bugün size yakın bir tarihte bitirdiğim eski bir diziden bahsedeceğim.


Dizinin ismi Paradise Ranch. Başrolunde Shim Changmin (Dong Jo) ve Lee Yeon He (Da Ji) var. 19 Yaşındaki Lee Da Ji ile 21 yaşındaki Han Dong Jo  birbirini çok seven ve evlenmek isteyen iki gençtir. İlk başta aileleri evlenmelerine izin vermese de zamanla ikilinin ısrarı sonucu kabul etmek zorunda kalırlar.Evlilikten altı ay sonra ise şiddetli geçimsizlik nedeni boşanırlar.Dizi devamında 6 yıl sonrasından ilerlemeye başlıyor.6 Yıl sonra Lee Da Ji veteriner olmuş ve ailesi ile birlikte adı Cennet olan bir çiftlikte yaşamakta ve çevre çiftlerdeki atlarla ilgilenmekte. Han Dong Jo ise ailesinin -özellikle dedesinin- ısrarı üzerine şirketteki müdürlük pozisyonuna getirilmiştir ama hiç bir bilgisi veya tecrübesi yoktur. Sürekli şirkete geç kaldığı ve işin savsakladığı için Dong Jo'ya kızan dedesi torununu cezalandırmak ve akıllanmasını sağlamak için şirketlerinin Jeju adasında yapmak istediği proje için görevlendirir. Fakat bir problem vardır, şirketin proje için aldığı arazi de Lee Da Ji ve ailesinin çiftliği de vardır.Bu durum yetmezmiş gibi de dedesi Dong Jo'ya şirkete kızgın olan yerli halktan izin belgesi alması için görevlendirir ve bu esnada maddi veya manevi olarak Dong Jo'ya yardım eden herkesi işten kovacağını duyurur. Tüm bunların yanı sıra ortak şirket grubu Friends'in yöneticisi Le Seo Yoon eski karısından hoşlanmaktadır.Peki bu durumda Han Dong Jo izin belgelerini nasıl alacak ? Proje gerçekleştirilirken Lee Da Ji'nin çiftliği  ne olacak ? Lee Da Ji'nin Friends grubunun patronu ile arasında bir şey olacak mı ? Bu sorular ve daha nicesinin cevabı için sizi dizimize bekliyoruz :)

Biraz uzun bir yorum oldu, affola. Dizi çok rutin ilerliyor, çoğu yerde ilerletmek zorunda kaldım. Aslında bu diziye başlamamda ki en büyük sebep konusu buna çok yakın olan Emergency Couple dizisiydi. Onu izlemiş ve çok sevmiştim. Bunun da konu ve tarz ve tabisi ilerleyiş olarak ona yakın olacağını düşünmüştüm ama maalesef çok altında kaldı. Yine de izlediğime pişman değilim çok güzel atlar vardı :) Doğru bildiğiniz dostlar bir kedi annesi ve koyu bir hayvan severim.Bu konuyu başka bir yazımda anlatırım size.

Uzun lafın kısası, boş zamanınız varsa ve izleyecek diziniz yoksa vakit öldürülebilir ama diğer türlü bence gerek yok.

Not: Lee Da Ji'nin kız kardeşine bayıldım. Asabi kızları severim :)

23 Aralık 2015 Çarşamba

Okuyucu Değerlendirmesi : Kimya Hatun

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size yakın tarihte bitirdiğim bir kitaptan bahsedeceğim.


Gezmeyi ve uzun yolculukları seven biriyim. Genel de yolculuk esnasında okumak için yanımda kitap bulundururum. Yolculuk yaparken durulan dinlenme tesislerindeki kitapları beğenmem, benlik değiller pek. En son yolculuğumda yine kitaplara göz atarken rafta Kimya Hatun kitabını gördüm.Mevlana, Şems, Kimya Hatun, Tasavvuf ilgimi fazlasıyla çeken konular ve dolayısı ile bunlardan bahseden çeşitli yazarlardan çeşitli kitaplar okudum. Genelde bu konulara erkek kısmının gözünden veya bakış açısından yaklaşılıyor. Kadın kısmına pek laf düşürülmüyor. Ben ise kadın yazarlara ve ana karakteri kadın olan kitaplara ayrı bir ilgi duyarım ve çoğu zaman içeriğine bile bakmadan alır okurum.Bunda da açıkçası öyle oldu ve ilk defa bir dinlenme tesisinden kitap aldım.

Kitabımızın konusu Şems'le evlenen Kimya Hatun.Kitap Kimya Hatun'un öz babasının ölümünden başlayıp, annesinin Mevlana ile evlenmesiyle devam edip en son Kimya'nın Şems'le evlenmesi ile bitiyor. Bu bilgileri bu konuya ilgisi olan herkes bilir zaten. Kitap bu süreci akıcı bir dille anlatıyor. Daha etkileyici bir şey bekliyordum ama beklentimin altında kaldı. Pişman mıyım okuduğuma ? Hayır. Sevdim çünkü yine de kitabı fakat sonu hariç. Sonunu pek beğenmedim açıkçası.

Uzun lafın en kısa hali, tüm bu sebeplerden kadın karakterleri veya kadın yazarları seviyorsanız, okuyun. Ama okumazsanız bir şey de kaybetmezsiniz.




21 Aralık 2015 Pazartesi

Hint Filmi : Queen

Merhabalar, ben geldim.

Yeni izleme fırsatı bulduğum bir hint filmini anlatmak istiyorum sizlere.


Filmin adı Queen. Başrolun de Kangana Ranaut, Lisa Haydon,  Rajkummar Rao ve Mish Boyko oynuyor.

Ben daha önceki yazılarımda kadınların ön planda olduğu film yada kitapları, kadın haklarını savunmayı sevdiğimi anlatmıştım. Aslında tam olarak şöyle, hemen hemen hayatın her alanın da kadın olmak zorken, engelleri aşıp rüştünü ispat etmiş güçlü kadınları seviyorum. Benim de gelecekte kendimi görmek istediğim noktadır bu. Yanlış anlaşılmasın, bahsettiğim şey kariyerden ibaret değil. Okuma yazmaya bilmeyen annem rüştünü ispatlamış harika kadınlardan biridir.Gururla söyleyebilirim, mükemmel bir kadındır. Cesaretine, azmine, zekasına açıkçası kendisine hayranım. İşte benim olmak istediğim de bu.Neyse dağıldım yine :)

Güzel kadın vesselam
Filmimize dönersek, Rani bir yandan evlilik hazırlıkları yapan, 2 gün sonra Vijay ile evlenecek bir genç kızdır . Ama diğer yandan kişilik olarak da pasif, yaşamı ile ilgili kararlar için birilerinden izin alma ihtiyacı duyan, ayaklarının üzerinde duramayan bir genç kızdır. Nişanlısı Vijay ise Londra'dan yeni dönmüştür. Bu hazırlıklar esnasında Rani'ye -isminin anlamı kraliçe'dir, yani queen- kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Heyecanla Vijay ile görüşmeye giden Rani ise nişanlısının kendisine birbirlerine uymadıklarını ve bu yüzden evlenmek istemediğini söylemesi ile yıkılır.Kendisini gece boyunca kapattığı odasında bir karar alır, evlenmeyecek de olsa hayallerinin şehri Paris'te ve Amsterdam da yapacağı balayına gidecektir, tek başına da olsa.Bir kadının değişim sürecini, bu süreçti edindiği tecrübeleri çok güzel bir uslupla anlatıyorlar. Hele bir de ben size Japon, Rus ve Fransız arkadaşlar diyeyim gerisini siz anlayın, izleyin ve en tabisi izlettirin :)

Tabi Paris ve Amsterdam da arkadaş olduğu karakterler takdire şayandı.

Uzun lafın kısasına gelirsek, kendini geliştiren, değiştiren, seven, değer veren,  kendinin farkında olan güçlü kadınlar, seviyorum sizi :) Türlü sebeplerden dolayı mutsuz, üzgün, yerinde sayan, korkan, yalnız kadınlar, sizleri de seviyorum :) Ve inanıyorum her kadın gibi sizde bir şekilde bir gün kıracaksınız kabuğunuzu, e doğamızda var :)

Not: Bu filmi izlemek için bu denli geç kaldığıma kızdım.Siz de geç kalmayın :)


17 Aralık 2015 Perşembe

Eksikliklerimi ve kötülerimi seviyorum, sahip çıkıyorum. Ya siz ?

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size sınavlarımın sonucu hakkında bir şeyler anlatmak istiyorum.

Sınavlarım açıklanıyor, ehh fena değil hatta çok iyi olanlar da var. Benim bahsetmek istediğim şey şu ki, ben hayatım boyunca hiç notlarımdan rahatsız olmadım. Düşük de alsam yüksek de alsam her bulunduğum ortamda rahatça bahsettim. Bir de şöyle bir gerçek var ki karşısında ki kişinin notunu duymadan notunu söylemeyen veya karşısındakinin notu daha düşük olduğunda söylemek istemeyen ve dahi ağlayanlar var. Doğru söylemek gerekirse benim aklım almıyor bu davranışları.
Dersten çakınca ben :) Resim netten alınmıştır.
İnsan düşük notları için üzülebilir, utanabilir hatta ama utanması gereken kişinin yine kendisi olması gerekir. Ben öyle düşünüyorum, insanız sonuçta. Hatasız olmadığını savunduğumuz bir varlığın hayatta sürekli başarılı olmasını beklemek, başarısız olduğunda bu denli kendini bedbaht etmek akıl karı değil. Olabilir, bu da böyle oldu, geçer, su akar yolunu bulur deyip hayata dönmek gerek. İyiyi güzeli savunabildiğimiz kadar, kötüyü eksiği de savunabilmeliyiz bence. İşte o noktada hayattan daha keyif alır, hatta hayatın kendisi oluruz ya.

Bu durumun bir de topladığım notlar benimdir diyerek paylaşmayan, paylaşmadığı zaman çevresindeki arkadaşlarının daha başarısız olacağını düşünen türü var ki bence ben oraya girmemeliyim, çıkamam.Kızdığım nokta notunu paylaşmaması değil, saygı duyarım kendi emeği ile oluşturdu sonuçta. Benim kızdığım nokta, bu davranışının getirisini çevresinin başarısız olması olarak umması. Kendi başarısını başarısızlık üzerine kurmak istemesi. Bana yanlış gelen, beni irrite eden bu.


Şu bit kadar hayatımızda bu denli ucuz şeylere bu denli emek sarf etmek, kafa yormak...Düşünüyorum da emeğinize yazık lan !!

Yukarıdaki fikirlerime katılmayabilirsiniz. Tüm kalbimle saygı duyarım a dostlar :)

Not:İnsanların zeka ve başarısının dersler ve okulla doğru orantılı olduğu fikrine katılmıyorum. Teorikte başarısız olmuş ama pratikte harikalar yaratmış insanlar tanıdım.

16 Aralık 2015 Çarşamba

Hint Filmi : Don 2 / "The King is back !"

Merhabalar, ben geldim.

Bugün yakın tarihte izlediğim bir devam filmini anlatmak istiyorum.


Film devam filmi, Don 2. Shahrukh Khan ve Priyanka Chopra başrolu oynuyor yine. Nerdeyse tam kadro aynı duruyor. Konusunu anlatmadan önce şu yazımda serinin ilk filmini anlatmış ve özellikle sonuna hasta olduğumu anlatmıştım. En kısa süre de devam filmini izleyeceğimi söylemiştim, yani başlıyorum anlatmaya, bende kalın :)

Filmin konusu, tabisi Don ve onun aksiyonları.  Don artık Asya'nın uyuşturucu baronu olur ama bu onu tatmin etmez. Avrupa'ya da yeşil ışık yakmaya başlayınca bu bölgeye hakim kodamanlar bu durumdan rahatsız olurlar ve bir araya gelerek Don ile ilgili planlar yapmaya başlarlar. Bu durumdan haberden olan anti kahramanımızın derin  bilinçaltısı işlemeye başlar. Sonrası olaylar olaylar...


Yalnız o değil de Roma ile olan dikenli telli ilişkilerine hastayım !!

Bence filmi sevdiğimi söylememe gerek yok, buna farklı bir yorum olacağını pek sanmıyorum ki zaten duymadım da hiç :) Tek takıldığım nokta şu ki , ilk filmin sonunda ben amuda kalkmış ters köşe olmuştum. O kadar şaşırmışken ilkinde, ikincisinde çıta daha da yükselir ve bir ters köşe daha olur diye düşünüyordum. Ters köşe olmadım mı, oldum. Güzel miydi sonu, çok güzeldi.Peki sorun ne narsist derseniz bence sanki Don 2'nin sonu birincisinin sonunu geçememiş gibi... Bak gibi diyorum, pek emin de değilim :)

Vesselam, insan yavruları izleyin, izlettirin.Bundan iyisi, can sağlığı :)

Not:Don 3 olacak mı bilmiyorum ama deli gibi istiyorum. Sonrası ne olacak ,çatlarım ben meraktan :(

14 Aralık 2015 Pazartesi

Hint Filmi : Bajrangi Bhaijan

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size sıcağı sıcağına izlediğim ve çok beğendiğim bir filmi anlatmak istedim.

Filmin adı Bajrangi Bhaijan. Başrollerinde Kareena Kapoor, Salman Khan ve Harshaali Malhotra oynamakta. Filmi severek yazılarını okuduğum Bollywood Terapi nin şu yazısında görmüş ve izlemeye karar vermiştim.İyi ki tavsiyeyi dinlemiş, karar vermiş ve izlemişim :) Çok hoştu, severek izledim. Bolca güldüm, yer yer hüzünlendim ve bazı sahnelerde kendimizi gördüm. İnsanoğlu'nun merhametini, sevgisini, yakıcı öfkesini, kör cahilliğini, bencilliğini, ne varsa hepsini gördüm.


Konusuna gelecek olursak, başroldeki kişimiz Hindistan'lı Brahman Pawan yani Bajrangi Bhaijan ile Pakistan'lı Müslüman  dilsiz kız çocugu Shahida -7 yaşında- arasındaki sevgiyi, muhabbeti anlatıyor. Shahida konuşamadığı için annesi ve babası çok üzgündür. Bir büyükleri çocuğu Delhi'ye götürürse konuşturabileceklerini söyleyince annesi kızını götürmeye karar verir. Fakat dönüş yolunda trenin arıza nedeniyle durduğu bir esnada Shahida camdan çukura düşmüş gördüğü bir hayvanı kurtarmak için dışarı cıkar. Kimse küçük kızın indiğini görmez ve o esnada tren hareket eder. Kızımız peşinden koşar ama malum sebepten ötürü sesini duyuramaz ve orada kalır. Peşinden gelen başka bir trene biner ve indiğinde çarşı da gezerken dans eden Salman Khan'ı yani Pawan'ı görür. O andan itibaren kızımız Pawan'ın peşine takılır ve peşinden ayrılmaz. Pawan küçük kız için üzülür, ona yemek yedirir ve yardımcı olmaya çalışır.Son olarak polise gittiklerinde "numaranızı bırakın ailesine ulaşırsak sizi ararız" diyerek geri çevrillince yapacak bir şeyi kalmayan Pawan küçük kızı nişanlısı Rasika ve ailesinin yaşadığı eve götürür. Sonrası olaylar olaylar...


Lafı fazla uzatmanın manası yok. Benden söylemesi, izlemezsiniz bir şey kaybetmezseniz belki ama izlerseniz çok şey kazanacaksınız :)

Not: Pakistan ile Hindistan'ın vurgulanmasının sebebi günümüzde bu iki millet arasında nefret bulunmakta ve bu nefretin aşılması için türlü şeyler yapılmaktadır.

Not 2: Küçük kıza bayıldım, takdire şayandı.

Not 3: Salman Khan'ı severdim, daha da sevdim.

11 Aralık 2015 Cuma

Hint Filmi : Don / Unutmayın "Don'u yakalamak zor değil, imkansızdır !!"

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size izlediğim bir kötü kahraman filminden bahsetmek istiyorum size. Doğru okudunuz hem kötü, hem  kahraman aynı cümlede.Karşınız da azılı suçlu kahramanımız Don :)

Filmin adı Don. Shahrukh Khan ve Priyanka Chopra başrolu oynuyor. Aslında film bende uzun zaman beklemedeydi. Bu kadar kötüyken afişi insanın bir türlü izleyesi gelmiyor.

Bende çoook uzun süredir -nerden baksan 2 yıldır- beklettim.Kısmet bugüneymiş, sonunda izledim :)

Don (Shahrukh Khan), bir uyuşturucu şebekesinin en önemli ve en tehlikeli adamlarından biri hatta belki ilki. Polis uzun süredir peşinde ve kendisini yakalamaya çalışıyor ama don sürekli ellerinden kaçıyor malum her kahramanın olduğu gibi -kötü karakterlerde kahramandır ben için - Don'un da zekasının maşhallahı var.Diğer tarafta kızımız Roma (Priyanka Chopra) bir yolunu bulup Don'un yakınındaki bir konuma gelir. Sebebini izledikçe öğrenirsiniz, spoi olmasın :) En son yapılan baskında Don ağır yaralı olarak polisin eline düşer. Sonrasın da Don'u yakalamaya takıntılı baş müfettiş, Don'a birebir benzeyen Vijay'la yerlerini değiştirir ve şebekenin bilgilerini almak için sahte Don Vijay'ı muhbir olarak kullanır. Olaylarrr olaaaylarrr bundan sonra başlar.


Aslına bakarsanız, son sahnesine kadar fena değil ama bu filmin neresini abartmışlar diyip durmuştum.Ama son sahnesine geldik, ben şok ben iptal !! O nasıl sondu laaa. Bildiğin ters köşe, hatta ters az kalır, bildiğin amuda kalkmış köşe !!! Sözün özü vesselam, Don'u izleyin, izlettirin. İnanın pişman olmayacaksınız.

Unutmayın "Don'u yakalamak zor değil, imkansızdır !!"

Not: Filmin devam serisi olan Don 2'yi en kısa süre de izleyip, yorumumu yazacağım :)

Kore Dizisi : Sassy Go Go / Cheer Up

Merhabalar, ben geldim.

Bugün dün sıcağı sıcağına bitirdiğim ve beklediğimden daha fazla sevdiğim bir diziyi anlatıcam.

Dizinin ismi Sassy Go Go diğer adıyla Cheer Up. Konusu ve gidişatı güzeldi. Yer yer abarttıklarını düşündüğüm oldu ama açıkçası Kore'nin eğitim anlayışı ve takıntıları konusunda pek bilgi sahibi olmadığım için belki de abartı olduğunu düşündüğüm noktalar bu milletin gerçekleridir, bilemiyorum.


Konusuna gelicek olursak, Okuldaki başarı sıralamasının hayati önem taşıdığı Sevit Lisesi'nde birbirine düşman iki öğrenci aktivite kulübü vardır.Bunlardan birincisi okul başarı sıralamasının sondan beşincilerinin oluşturduğu dans kulübü Real King'dir.İkinici ise başarı sıralamasının ilk beşini oluşturan, ağzında altın kaşıkla doğan çocuklar olan Baek Ho grubudur. Okulda ise ilk beşe sağlanan tüm konforun yanında, son beşe sadece depo olarak kullanılan bir oda, müzik çalabilmeleri için eski bir müzik çalar ve elektriklerini oluşturabilmeleri için bisiklete entegre edilmiş bir jenaratör verilmiştir. Buraya kadar sınıf ayrımcılığı olmasına rağmen kimsenin problemi yoktur. Herkes kendi grubunu severek ve diğer gruptan nefret ederek günlerini geçirmektedir. Fakat bir gün her iki grubun liderlerinin yanlış anlaşılan bir fotoğrafı  yüzünden, Real King kulübünün öğrencilerinden nefret eden müdirelerinin kulübü kapatması  -sadece Real King'i kapatır, diğer grup başarılı olduğu ve ailesi kodaman olduğu için çekinmektedir-  ile ortaya bir kaos çıkar. Peki grup kulübünü geri alabilecek midir ? Sadece kendilerine uygulanan haksızlığı düzeltebilecekler midir ? Her şey daha da karmaşık hale gelirken, nerden çıktı aşk ? Merak ettiyseniz, lütfen izleyiniz :)

Ben okul dizilerini yani içinde dans, müzik, macera, aşk, hırs, rekabet olan dizileri severim. Zaten yeterince gerçekçi ve yorucu olan hayatımızda bizi farklı  hayallere sevk edecek dizilerin olması gerek. Gülmek, çocuk olmak, kahkaha atmak kısacası hayal etmek gerek :)

Not: Başrolde ki kızın izlediğim üçüncü dizisi. Kızın oyunculuğunu, mimiklerini ve sempatikliğini seviyorum. Diziyi sevmemde onun da etkisi var sanırsam :)

8 Aralık 2015 Salı

Okuyucu Değerlendirmesi : Stephen King / Kemik Torbası

Merhabalar, ben geldim.

Bugün yakın tarihte bitirdiğim bir kitaptan bahsedeceğim sizlere.

Stephen King'den Kemik Torbası'nı okudum. Bilimkurgu  / Fantastik romanları severim. Günümüzde ya edebi yönü ağır basan yada fantastik/bilim kurgu ağır basan romanları okuyan bir kesim var sanki. Yani ikiye ayrılmış gibi, sanki birini okuyan diğerini okuyamazmış gibi :/ Neyse, konuna devam et Narsist dağılıyorsun :)

Stephen King'in okuduğum ilk romanı bu. Sevmedim desem değil, sevdim desem o da pek değil. Ne peki Narsist derseniz eğer okumayan kaybetmez, okuyan ise kazanmaz diyebilirim sanırım.

Neyse benim için bu romanın önemi başka. Daha önceki şu yazımda  bir süredir düzgün bir şekilde kitap okuyamadığımdan bahsetmiştim. Sanırım o durumu aştım bu kitapla birlikte :) Kitabı çok sevmememe rağmen bilmem neden aştım. Belki kitabın yarısından sonrasını farklı bir şehirde okumamın etkisi olmuştur veya artık zamanı gelmişti. Bilmiyorum ama şuan yeni bir kitabı okumaya başladığımı ve hatta yarıladığımı bile müjdeleyebilirim size :) Yani değmeyin keyfime a dostlar :)


Kitaba dönersem,  karakterimiz  Michael Noonan bir yazardır. Orta halli kitaplar yazmaktadır ve hatrı sayılır bir gelir düzeyi vardır.Karısının özellikle çok sevdiği ve adı Sara Laughs olan bir yazlıkları bir de kışlık gibi kullandıkları iki evleri vardır. Bir gün evden alışveriş yapmak için çıkan karısı talihsiz bir şekilde ölür. Bu ani ölüm karşısında yazarımız derin bir depresyona girer ve karısının çok sevdiği yazlıkları olan Sara Laughs'a bir daha gitmez. Sara Laughs'a ayak basmadığı dört yılın son zamanlarında rüyalarında sürekli görmeye başlayınca tekrar evi görmek ister. Eve gelmesi itibari ile hayatı bir anda değişen yazarın hikayesi burada başlar. Gördüğü rüyalar gerçek midir ? Yoksa Michael Noonan çok sevdiği karısının ölüm acısından aklını mı kaybetmiştir ? Sorunun cevaplarını kitaptan kovalamalısınız :) Size iyi okumalar.

Not: Kitap okuma konusunda buhranlı bir dönemimin bitiş kitabı olduğu için  ikinci bir değerlendirme okumanız da fayda var. Keza benim kişisel durumum da etkilenme çıtamı etkilemiş olabilir, siz çok sevebilirsiniz :)

25 Kasım 2015 Çarşamba

Kore Dizisi Pick The Star

Merhabalar, ben geldim.
Vizelerim gün itibari ile bitmiş bulunmakta.

Bugün kalan bölümlerini de izleyerek bitirmiş olduğum bir diziden bahsedeceğim size.

Dizinin ismi Pick The Star. Jin Pal Gang aklı havada, çalıştığı sigorta şirketinin avukatına beş yıldır aşık ve onunla evlenme hayalleri kuran bir kızdır. Yaptığı işe zerre önem vermemesi nedeniyle işinde son derece başarısızdır ama sonunda avukatla evlenip prenses olacağını düşündüğü için bunu umursamamaktadır. Diğer başrolumuz de Won Kang Ha yani soğuk nevale, ters, huysuz avukatımız. İlerleyen bölümlerde onun da iç dünyasına, yaşadıklarına tanık oluyorsunuz. Düşünüldüğünde avukat ve işe yaramaz sigortacı kızımız birbirlerini değiştiriyorlar, yaralarını sarmaya çalışıyorlar.Gel gelelim asıl konuya, hikaye başlangıcına; Pal Gang'ın anne ve babasının evlat edindiği kendisinden küçük -biri bebek- beş tane daha kardeşi vardır. Günün birinde ailesi bir kaza sonucu vefat eder ve Pal Gang'a beş kardeşi ile başbaşa kalır. Olaylar bundan sonra başlar.


Ben yakın bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine başladım. Zira kendisi pek bi övdü, çok sevdim diye. Açıkçası daha öncesinde görmüş ama sevmeyeceğimi düşündüğüm için başlamamıştım diziye.  Sonra ne izliyeyim diye düşündüğüm bir gün şans vermeye karar verdim ve başladım. Daha ilk etapta 4-5 bölümü peş peşe izledim :) Çok eğlendim, duygulandım, keyif aldım. Ara ara temposu düşse de genel havasını sevdim.Hele ki kardeşlerden Pa Rang ile avukat Won Kang Ha arasında geçen diyaloglar şahaneydi :)

Düşündüğümde aslında oyunculuklar -özellikle bazı yerlerde Jin Pal Gang- çok harika değildi. Sanırım ben kardeş temalı olduğu, empati kurduğum  için böylesine sevdim. Benim de iki kardeşim var benden küçük, ben de bir ablayım. Ve şunu söyleyebilirim aşkın diğer adıdır kardeş :)

Uzun lafın kısası ben çok sevdim ve çoğu zaman sıkılmadan izledim. Kardeşleriniz sizin için de böylesine önemliyse, bu diziyi izleyebilirsiniz. Eminim izlerken, bir abla olarak siz de Jin Pal Gang'la aynı duygulara gireceksiniz...

Not : Dizideki kardeşler çok tatlılardı. Özellikle bebek Nam Mi şekerlik gibiydi :)
Hiç birşey için  olmasa bile bu şekerlik için başlanır bence diziye :)

17 Kasım 2015 Salı

Kitap Oku (yama) mak !!

Merhabalar , ben geldim.
Sınavlarım vardı, hala var ama bir boşluk buldum yazmak istedim.

Bugün içimi dökücem az. Ben daha önceki şu yazımda kitap okumaya nasıl başladığımı, ne kadar sevdiğimi ve hayatımda nasıl  bir önem arz ettiğini anlatmıştım.Buraya kadar sorun yok, gayet güzel.

Gel gelelim dökmek istediğim içime. Bir süredir kitap okuyamıyorum. Elime ne zaman alsam dikkatim dağılıyor, kitabı bırakma isteği duyuyorum kendimde. Bundan mütevellit uzun zamandır da okuyup bitirebildiğim bir kitap yok. Stepken King'den Kemik Torbasını okuyorum bayağı uzun zamandır ama onu da bitiremedim. Nette araştırma yaptığımda zaman zaman insanların bu tarz durağanlıklar yaşadığını öğrendim ama ben kendi durağanlığımdan gerçekten bıktım. Sadece bitsin şu dönem ve tekrar eskisi gibi büyük bir istek ve şevkle kitap okuyayım istiyorum.



Nette araştırma yaptığımda insanların zaman zaman bu durumu yaşadıklarını ve  bu tarz şikayetlerin olmasının nedeni kitap okumanın kişi için yeme-içme gibi zorunlu ihtiyaç gibi görülmesinden dolayı oluşan ihtiyaç hissi olduğunu okudum. Ne kadar doğru bilmiyorum ama böyle düşünmek hoşuma gitti ve beni rahatlattı.

Her zaman ki gibi uzun kelamın kısasına gelirsek, ben inanıyorum tekrar sahalara döneceğim. Yani inşallah, umarım.

Not: Yaşadığım bu duruma Umberto Eco'nun Prag Mezarlığı kitabının neden olduğunu düşünüyorum. Ömrü hayatımda bu kitap kadar anlaşılmaz ve sıkıcı bir kitap okumamıştım ve ben başladığım hiç bir kitabı yarım bırakmam :( Bu kitabı bitirmem nerden baksanız sekiz ayımı aldı :(

9 Kasım 2015 Pazartesi

Biri kitap mı dedi ?

Merhabalar, ben geldim.

Kitap alışkanlığıma nasıl başladığımdan bahsetmek istedim bugün ben. Kitap okumaya çok küçük yaşta başladım ve hala da büyük bir keyifle okurum. Kitap okumanın bir hobiden ziyade yaşam biçimi olduğunu düşündüğümü bile söyleyebilirim. Ve ne kadar keyif aldığımı söylememe gerek yoktur değil mi :)

Ben ilk okuldaki öğretmenlerimin verdiği kitaplardan ziyade babamın bana getirdiği kitaplar sayesinde okumaya başladığımı söyleyebilirim. Babamın bana hediye ettiği ilk kitapta tarihimizde önemle yere sahip romanların kısa özetleri vardı ve oradan bakarak kendime okumak için kitap seçerdim.Ama aslında kitaplarımı düşündüğümde hafızamda en keyif alarak okuduğum ilk kitaplar arasında bu kitap veya içinden seçtiklerim değilde şu iki kitap var ; Jean Grange / Taş Meclisi ve Peyami Safa / Yalnızız. İkisi de bende çok ama çok ayrı yerleri olan, bana bir çok şey kazandıran ve güzel getirisi olan kitaplardır. Taş Meclisi yine babamın bana hediyesi olan kitaplardan biri ve tam tamına bir yıl dolapta onu okumam için ısrarla bekledi garibim. Ve doğru bildiniz, bir yılın sonunda okudum ve kendime lanet ettim "neden bu kadar bekledim". Yalnızız ise  merak duygusu ile aldığım ve daha ilk sayfalarında beni kendine bağladı. Hala da canım sıkıldıkça ara ara rastgele sayfasını açar okurum. Ve altınızı çizerek, dikkatinize parmak basarak diyebilirim ki "ne bekliyosun arkadaşım başla artık şu kitaba !!"
 


İşin her zaman ki gibi öz kısmına gelirsek, kitap iyidir, güzeldir, candır. Okuyun, okutturun. Kendi adıma bir kitap okuyan, iki çay içen insandan zarar gelmez :)

Not: Grange'ın günümüze kadar çıkardığı on adet kitabı vardır ve bence hepsini okuduğumu söylememe gerek yok. Evet doğru tahmin, sıkı bir hayranıyımdır :)
Not 2: Peyami Safa'nın tüm kitaplarını okuduğumu şuan için söyleyemem amma velakin hatrı sayılır bir kısmını okumuş bulunmaktayım ve evet yine doğru tahmin onunda hayranıyımdır.

4 Kasım 2015 Çarşamba

Kore Dizisi : Super Daddy Yeol

Yeni bitirdiğim ve beğendiğim bir dizi ile, sıcağı sıcağına, parmaklarımın tozu ile ben geldim. Son bölümünü dün akşam izledim. İtiraf ediyorum kapak ve konusunu duyunca sıkıcı, klişe olacağını düşündüğüm ve o yüzden uzun zamandır izlemek için beklettiğim bir diziydi Super Daddy Yeol. Peki sonuç ? Halt etmişim ben, ne ayıp etmişim ben, haddimi bilmeliy mişim ben.Son dönemde ki bir çok vasat diziye nazaran gayet hoş ve güzel bir dizi yapmışlar ve çok tutarında drama yer vermişler.


Diziye geçersek, konusu basit ki o da söyle: Cha Mi Rae 10 yaşındaki kız çocuğunu yalnız başına yetiştirmeye çalışan bir doktor/anne. Aniden bayılması sonucu yapılan testler de Cha Mi Rae'nin 4. aşama kanser olduğu öğrenilir. Kadının ailesi veya akrabaları olmadığı için ilk aşkı Han Yeol'u bulup onu kızına uygun bir baba yapmaya çalışır. Han Yeol ise Beyzbol takımları için rehabilitasyon koçluğu yapan, dağınık, zaman zaman öfkesine yenilen, çocuk ruhlu bir adamdır.Dizi bu tema üzerine kurulu ve çok akıcı -11. bölümden sonra 2 bölüm kadar durağanlaşıyor gibi oluyor ama sonrasında hızlı bir şekilde geri topluyor yani devam edin- ve finali de bir o kadar mantıklı. Malum kore dizilerinin final yapamama klişesi olduğundan böyle güzel finalli diziler daha bir önem kazanıyor. En azından ben için durum böyle.

Uzun lafın kısası dram izlemeyen ve sevmeyen ben bu diziyi izleyin derim arkadaş ! 

Not: Dizide çocuk karakteri genel olarak sevsem de zaman zaman daha iyi olabilirdi diye düşündüm. Ama genel olarak güzeldi.

31 Ekim 2015 Cumartesi

Kore Dizisi Arang The Maistrate

Ben geldim yine. Bir şeyler yazasım geldi, can sıkıntısı, iç darlığı, kafa yorgunluğu sağ olsun. Konusunu önemsemeden yazasım geldi.Ben de ne yazmak istediğimi düşündüm, dizileri sevdiğimden -daha önceki bazı yazılarımda bahsetmiştim- yeni finalini izlediğim bir diziden bahsedeyim dedim. Dizinin finalini dün izledim, ismi Arang The Magistrate.



Diziye yazın başlamıştım. Hatta haziran bile olabilir ama bitirmek düne nasip oldu. Aslında ilk etapta eğlendiğimi söyleyebilirim ki başrol oyuncularının -özellikle Arang karakterini oynayan Shin Min Ah'ı Gumihoyu oynadığı diziden beridir- ikisini de severim.Neyse konumuza dönersek, ilk bölümlerde eğlendim ama sonrasında dehşet yavaş ve akmamaya yeminliymişçesine ilerlemeye başladı. Heleki finali 3-4 bölüm kala ölücem sandım, yok böyle bir şey. Velhasıl kelam gelemedi bir türlü sona arkadaş !


Konusundan bahsedersek; Arang ölüm meleğinden kaçıp kurtulmuş yeryüzünde yaşayan bir ruh, yani hayalet.  Kim olduğunu, nerde yaşadığını, nasıl ve neden öldüğünü hatırlamıyor ve öğrenmek istiyor. Bir gün yaşadığı yere küçüklüğünden beri hayaletleri gören bir adam gelir -sebebi sonradan öğrenilecek- ve gelen kişi sonrasında şehrin yargıçı olacaktır. Yargıç hayaletleri gördüğünü rahatsız edilmemek için belli etmiyor ve hayaletleri görmezden geliyor. Yargıçın şehre gelme sebebi ise kendisi küçükken terkedip giden annesini bulmak.Ama sonrasında Arang tesadüfen hayaletleri gördüğünü farkediyor ve yargıcın peşine takılıyor. Bu esnada yargıç da Arang'ın saçında annesinin kendisini terkettiği gün ona hediye ettiği özel bir tokayı görüyor. Arang ile annesinin arasında bir bağ olduğunu düşünüyor ve bir anlaşma yapıyorlar ki o da şöyle; yargıç Arang'ın bilmek istediklerini araştıracak, Arang da yargıçın annesini bulmasına yardım edecek. Hikaye bu şekilde şekilleniyor.


Puufff. Şöyle bir göz gezdirdim de ne uzun anlatmışım konuyu. Yorduysam okurken affola. Her zaman ki gibi kısalaştırırsam konuyu, Dizi eğlenceli başlayıp sıkıcılaşıyor. İzlemezsiniz bir eksik olacağını sanmıyorum, size kalmış !!

Not: Dizi finali gördüğüm en karmaşık ve kötü sonlardan biriydi.

29 Ekim 2015 Perşembe

Bugün günlerden gülmek :)

Film/dizi seyretmeyi sevdiğimi daha öncesinde şu yazımda anlatmıştım. Bahsettiklerim eski klasikleşmiş dizilerimdendi. Şimdi yenilerinden -en azından bunlara nispeten yeni- bahsedeyim. Bayılarak izlediğim üç komedi dizileridir kendileri.


Ben deli değilim, annem test ettirdi.
Bunlardan ilki "The Big Bang Theory". Şu anda 9. sezonu yayınlanmakta ve evet tabisi güncel olarak arşivleyerek takip etmekteyim. Neyse efenim konusu gelecek olursak, 4 tane asosyal bilim adamının karşı dairesine oyuncu olmak isteyen güzel sarışın Penny'nin taşınması ile hayatlarında oluşan değişiklikleri dehşet güzel bir dille anlatan şahane ötesi bir dizidir. yaklaşık 4 senedir bilfiil olarak takip ediyorum ve o kadar eğleniyorum ki izlerken bazen kendi kendime konuştuğumu fark ediyorum. Benim favori karakterlerim tabisi de Sheldon Cooper -kendisi ile aramda seviyeli bir ilişki bulunduğu dogrudur- ve Amy Farrah Fowler. İkisi arasında geçen sıradışı aşk ve hissettiklerini yansıtma şekillerine -en sevdiğim favori sahnem Sheldon'un Amy'e sinema da çıkma teklif ettiği sahnedir-bayılıyorum ve eminim bir çok kişi de bana katılacaktır.Laf aramızda hayran kitlesi çok sağlam yapımlardandır. Tavsiye konusuna gelirsek, resimdeki cümleyi okuyup da hala  başlama konusunda düşünüyorsan tamam sen başlama gerek yok :) :) :)

İkinci olarak bahsetmek istediğim dizi ise "2 Broke Girls". Büyük bir yatırımcının şımarık, zengin kızı  iken babasının insanları dolandırdığı ortaya çıkınca herşeyini kaybederek yaşamaya çalışan Caroline . Madde ve alkol bağımlısı, doğduğundan beri kızı için iyi hiç birşey yapmayan annesi nedeniyle  hayatı kötü gittiği halde birden fazla işte çalışarak yaşamaya çalışan Max. Buraya kadar tamam, ee peki ne yani derseniz de o da şu: bu iki farklı karakterde ki kişinin aynı yerde garsonluk yapmasıyla kesişen hayatlarını anlatan dehşet güzel bir komedi dizisi. Tabi hayatları kesiştikten sonra hayata geçirmek istedikleri  Max'in Ev Yapımı Kekleri işi için sermaye arayışı çabaları ve bu süreçte olumlu/olumsuz yaşadıklarını unutmamak gerek. Dizinin  5. sezonu yayınlanacak. Ve yine en tabi güncel olarak izliyorum. Bu kadar farklı iki kadının böylesine uyumlu ve güzel bir iş çıkartacağını düşünmezdim açıkçası. Ortada ters köşe bir durum söz konusu iken şiddet kere şiddetli önermemek ne mümkün :)

Ve son olarak 3. diziden bahsetmek isterim. Şu an 3. sezonunu beklediğim  "Mom". Güncel izlediğimi söylememe gerek var mı ? Diziyi anlatmak gerekirse diyebileceğim size 'Merhaba ben Christy ve ben alkoliğim'.  17 yaşında anne olmuş kimsesiz bir annenin yine aynı yaşlarda anne olmuş alkolik bir kızıdır Christy. İkinci çocuğu olduktan sonra bir gün alkol problemi yüzünden ailesine ne kadar zarar verdiğini idrak edince bu konuda tedavi olmaya ve adsız alkolikler grubuna gitmeye karar veriyor. Bu arada bir süredir de hayatının bu kadar kötü olmasının sebebi olarak gördüğü annesi ile de görüşmemektedir. Ama annesinin bir anda çıkıp gelmesi, onunla barışmak ve adsız alkoliklere katılmak istemesini söylemesi üzerine hayatı tamamen değişmeye başlar. Konu bu şekilde başlıyor ve inanılmaz yerlere gidiyor. Buraya kadar bıkmadan okudu iseniz öncelikle bravo, sizi sabrınızdan dolayı tebrik ediyorum. Neyse devam edecek olursak, buraya kadar sanki bir dram dizisinden bahsediyor gibiyim değil mi ? Peki sonuç ? Hadi ordan :) Böylesine güldüğüm diziler çok nadirdir diyebilirim. Çok şiddetle izlemenizi tavsiye ederim.

Bu çok uzun konunun kısası komedi sever iseniz hiç düşünmeyin ve yukarıdakilerden biri ile başlayın.Bu arada güzel bir dipnot söyleyeyim size, bahsettiğim üç dizinin de bölüm süresi 20 dakikadır :)

26 Ekim 2015 Pazartesi

Gir içeri kır dizini dön önüne kız Sıdıkaaa, annen görür baban duyar dayak yersin kız Sıdıkaaa

Bugün geçmişten bahsetmek istiyorum.Benim için kitap olarak da dizi olarak da hayata bakış açısında değişiklik yaratması adına da önemli bir yer arz eden bir geçmişten yani nam-ı diyar "Sıdıka" dan.
Babasının ortaokuldayken döverek okuldan aldığı, kendi kendini geliştiren, annesi ve abisi ile sürekli didişen, evdeki herkesten söylediği "manyakça" sözleri yüzünden bilfiil dayak yiyen ve "beni öldürmeyen şey güçlendirir" zihniyeti ile daha fazla "manyakça" sözler söyleyen,10 aylıkken konuşmaya başlayıp da ilk söylediği söz viyadük olan, dehşet bir zekaya sahip harika bir genç kadındır.
                          
Bugün açtım bir iki bölümünü daha seyrettim, kitabını kaç sefer okuduğumdan bahsetmek dahi istemiyorum.Her izlediğimde veya okuduğumda kahkahalar attığım, atarken düşündüğüm, düşünürken anladığım, anladıkça bir kadın olarak üzüldüğüm, üzüldükçe azminden dolayı hayran kaldığım bir karakterdir, bir kadındır Sıdıka.Bu karaktere hayat veren Hasibe Eren'i ben ilk burada tanıdım, ilk burada sevdim, hayran kaldım. Bizi, hatalarımızı, eksiklerimizi, yanlışlarımızı böylesine acı ve komik ilk burada izledim. Küçükken her gün beklerdim başlasa da izlesem, bir daha görsem. Bazen de alırım kitabı elime açarım rastgele bir sayfa başlarım okumaya, hiç sıkılmadan, hiç bıkmadan tekrar tekrar. Küçükken düşünürdüm "Ne kadar zeki ?", "Neden okula göndermemişler ?", "Niye bu kadar dövdüler ?",  "Niye bu kadar yok sayıyorlar?", "Neden kadınları sevmiyorlar ?" böyle sabaha kadar türetebilirim soruları. Ben hak ne demek, insan ne demek, değer ne demek, merhamet ne demek, acınacak hale gülebilmek ne demek, her şeye rağmen sesini duyurmaya çalışmak ne demek ilk burada öğrendim.
Sıdıka'nın abisi

Düşünüldüğünde "neden bu kadar anlam yüklemiş ki" diyebilirsiniz  şimdi bana. Bilmem, bende bilmiyorum ama bazen bende düşünüyorum.Belki de diyorum kadın ve çocuk haklarına olan hassasiyetimden olabilir çünkü ben kendimi bildim bileli kadın yazarlara, ana karakteri kadın olan kitaplara/filmlere, mağduru kadın/çocuk olan olaylara bir tık daha hassas yaklaştım.Bir tık daha fazla
Kitap kapağı
sızladı burnum, bir tık daha üzüldüm.  Sanırım ondan bu kadar sevdim, severim ve seveceğim Sıdıka'yı.

Uzun anlatımın en kısa hali, bir kadın olarak bir kadın olan Sıdıka'ya derin bir hayranlığım vardır. Fırsat bulursanız büyük bir şiddetle ve ısrarla izleyin ve okuyun derim.

*Sıdıka kitap olarak Atilla Atalay/İletişim Yayınları'n dan çıkmaktadır.
**Sıdıka dizisinin ise yapımcılığını Atıf Yılmaz yapmış olup Sıdıka karakterini Hasibe Eren oynamıştır.

18 Ekim 2015 Pazar

Koca bir nesli sabah yedide kaldırdılar, sonra neden bunlar bu kadar atarlı ?

Yarın pazartesi. Doğru tahmin sendromdayım ama normalden biraz farklı.İnsanların çoğu pazartesi sendromu yaşarken ben pazartesi sendromundan ziyade uyanış saati sendromu yaşıyorum.Eger işe gitmek için erken saatte kalkacaksam günün önemi yok direk sendromlardan sendrom beğeniyorum. Keyfim yerle bir, ruh halim parça pinçik oluyor. Hatta eksiği var fazlası yok on ikiden önce kalkarak yaptığım her şey nefret sebebi bende. İş, okul, eğlence, seyahat...

Benim istediğim ve genelde bulamadığım, öğleden sonra okul olsun, iş olsun, gezme olsun, buluşma olsun.İş ve okul dışındakileri geç saatte gerçekleştirebiliyorum -bazen arkadaşlarıma yalvarmam gerekse bile-  ama yine de iş ve okul için sabahın köründe kalkıyorum. Kimi insanlar var mecburiyeti olmasa bile güne erken başlıyorlar, sabah 9-10 gibi kalkıyorlar. Bu duruma pek anlam veremesem de saygı duyduğum bir gerçek. Daha geç kalkarlarsa gün bitiyormuş, ben onların yalancısıyım. Şu yaşıma geldim daha bir gün bile kendi rızamla, keyifle o saatte kalkmadım, kalkamadım. Kalktığım günler de "tüh bu saatte kalktım sabahımı mundar ettim" diye diye hayıflandım. Şaka yapmıyorum, gerçekten o saatte kalktığımı kendime beş çocukla sokakta kalmış bir anne gibi dertli, mutsuz, çaresiz, kimsesiz bla bla bla -ne kadar olumsuzu çağrıştıran duygu varsa gerisiniz siz tamamlayın- hissediyorum.

O yüzden umarım bir gün bir hayatımı yön verirken karşıma sabahın köründe kalkmayacağım durumlar ortaya çıkar. Öğleden sonra işe başlarım.Sonra kaçta bittiği önemli değil.Önem arz eden sadece kaçta başladığı :)

Yine her zaman olduğu için baydırıcı uzunluktaki lafın kısası, erken saatte kalkma sendromu yaşayanlara selam olsun :)

10 Ekim 2015 Cumartesi

Falımdaki adamları kim aldıysa geri versin, söz kızmicam !!


Ben türk kahvesini çok severim ve sık sık da içerim. Pek öyle fal merakımda yoktur ama içtiğimizde gel bir kaç cümle sallayayım derlerse kapatırım :)  Bu zamana kadar hiç aşık olmadım.Ne ilkokulda, ne lisede ne de şuan okuduğum üniversite de etkilendiğim kimse olmadı.Ama gel gör ki sanki birbirleriyle anlaşmışçasına tüm sallamasyon fal bakan insanlar bana falımda birisi var sana açılamıyor, birisi var seni seviyor, birisi var sevgilin olmak istiyor bla bla bla...

Buraya kadar tamam, her şey iyi hoş güzel. Peki nerde bu adam, kim aldı ? Kim aldıysa kapatıyorum gözlerimi usulca aldığı yere bıraksın, söz kızmayacağım. Benim hakkıma göz dikmeyin arkadaş :)

Bir gün aşık olduğumda, malum şahsa diyeceğim "seni bulmak için kaç kişiye kızdım, bak şu yazıya kaç kişiyi zan altında bıraktım"  :):)

Uzun lafın kısası, tüm aşk hayatı fallarında ki maşuklardan ibaret olan ben, görürsünüz bak dehşet aşık olacağım ve o fallar az bile çıkacak :)

Not : Fal bakımına inanmıyorum ama arkadaşlarım eğlencesine baktığın da çok eğleniyorum. Bunda tabi fal bakmaktan ziyade telve üzerinden geyik yapmamızın da etkisi var.


3 Ekim 2015 Cumartesi

Acemi Bloggerın Başlıkla İmtihanı !!

Blogumu biraz değiştireyim diye düşündüm ve akşam akşam oturdum header yapımı ile ilgili netten araştırma yaptım. Kararımı da verdikten sonra karşılaştığım eğlenceli bir bloggerin resimli anlatımdan faydalanarak bin bir zahmetle kendime header  yaptım ama ne siz sorun ne ben söyleyeyim :)

Aslına bakarsanız meslek lisesinde bilişim okudum.Daha doğrusu kollarından birini ve okurken öğrendiğim bir çok programla rahatlıkla header yapabilirim.Ve hatta daha önce site tasarım amaçlı başlıklarda yaptım ama uzun zamandır yapmıyorum ve o programlarım kurulu değil bilgisayarımda -web tasarım okudum fakat bölümümü sevmiyorum- ve bu yüzden tavsiye edilen başka bir program indirdim.

Netten Photoscape diye bir program indirdim.Ayy  ne zorlandım yapmaya çalışırken ki şu sebeplerden; boyunu ayarla, şekil şemal düşün, ben nasıl bir şey istiyorum karar vermeye çalış... Derken derken bir baktım amatör de olsa içime sinen bir başlık oluşturabilmişim.

Belki biraz zorlandım ama yine de içime sinen, basit de olsa kendime ait bir başlık oluşturdum. Konuyla ilgili olan yazıya bakmak isterseniz tugbagungor.blogspot.com.tr linkine tıklayabilirsiniz.Ben yazıyı çok beğendim artı faydasını gördüm.

Artık benimde bir şahsıma ait başlığım var, sanırım çok mutluyum lan !! :):)


28 Eylül 2015 Pazartesi

Mazeretim Var Asabiyim Ben !!

İnsan fıtratı gereği asabi ise, her istediği zaman gerilebilir mi ? Atarlanabilir mi ? Hakkı var mı ? Sabaha kadar türetebilirim bu soruları açıkçası. Anlayamıyorum çünkü, anlayan varsa beri gelsin.Nedir bu insanlardaki "öfkeliyim beni kızdırmayın", "bilirsin sinirliyim başlarım şimdi" tavrı. Hayır bir de haklılarmış gibi bu durumlarını anlamamızı, kabullenmemizi ve ona göre bir tavır sergilememizi istiyorlar.Mecbur muşuz gibi.Ha  tabi canım, sen ne istersen tatlım diyesi geliyor insanın. Ne münasebetse artıkın !!

Yakın bir tarihten beri eski çalıştığım iş yerine destek için çağırdılar. Hatırını kıramadığım insanlar vardı gideyim dedim ve gittim.Okul başlayana kadar da çalışacağım. Sorun şu ki çalıştığım ofisteki yöneticim bağnazlığı ve uslanmaz öfkesi ile deli ediyor beni.Sürekli öfkeli dolaşması beni de geriyor.Üstelik aklından geçenleri bilmemizi ister gibi bir tavırla muamele gösteriyor bana ki akıllara zarar.Yani şöyle ki on tane cümle düşünüyor, dördünü söylüyor ve kalan altıyı biliyoruz kabul ediyor.Ve işin en acı tarafı ise bunun farkında dahi değil !!

Gergin insanlarla çalışmayı geçtim, sürekli gergin dolaşan insanlarla arkadaşlık etmekte dahi zorluk çekerim ben. Gülmeyi, eğlenmeyi, gezmeyi ve tabi kitapları ve en tabi izlemeyi -insanları, filmleri, dizileri- severim. O yüzden kimse kusura bakmasın, gergin insanlarla arkadaşlık yapamam ben .Ayy düşüncesi bile geriyor beni.

Uzun lafın dolaysız hali, gerginse bir insan, uğraşmayın bırakın. Sevgili, arkadaş ve iş arkadaşı fark yapmaz, bırakın hemen. Yoksa gün geliyor onlar sizi aşağıya çekiyor...

26 Eylül 2015 Cumartesi

Beni Yurt Dışının Yağmurlarında Yıkasınlar...

Offf... Yine çok sıkıldım. Canım ne kitap okumak, ne dizi seyretmek, ne film seyretmek, ne de gezmek istiyor. Ara ara olduğu gibi yine Türkçesizleşme, yabancılaşma, yalnızlaşma isteği ile doldu.Biri alsın beni götürsün bir ülkeye ve desin ki "Narsist al sana iş, al sana yeni şehir, al sana yeni dil, al sana istediğin değişiklik. Kal burada istediğin kadar..." Ama işte ne bana biri çıkıp diyor ne de benim bu denli değişikliği yapabilecek özgürlüğüm var.

Ama deseler ki "tamam narsist gideceksin gönderiyoruz, neresi olsun ?", neresini istemem ki :)
Mesela Bakü, bayılıyorum o şehre hiç düşünmem açıkçası. Yada Hindistan da bir yer -neresi olursa-, İngiltere belki -kulağa şiir gibi gelen aksanlarına hastayım- veya Kore en veya Çin yada neresi olursa... Amaç yeni insan, yeni kültür, yeni yemekler, yeni dil ve en tabi için de korkunun da harmanlandığı yoğun heyecan...Bayılırım...

Yanlış bir anlaşılma olmasın yurt dışı hayranlığı olup da ülkesini sürekli acımasızca olumsuz anlamda eleştiren bir insan değilim. Hatta aksine milliyetçi kabul edilecek düzeyde ülkesine ve diline ve tabi insanına -yaşayan herkesine, hiç bir ayrım olmadan- hasta bir insanım. Gezenti bir ruha sahip olmamdan mütevellit imkan ve fırsat buldukça da gezerim her bir toprağımı. Ama tek toprak, tek kültür biz değiliz ve ben insanı izlemekten, görmekten, anlamaktan aldığım keyfi hiç bir şeyden almıyorum. Biline...

Uzun lafın kısası ben düştüm insan sevdasına, yolumu kaybettim yine. Ne bulabiliyorum yolumu ne de tam kaybolmayı becerebiliyorum. Kaldım bir arafta...

Not: Özgürlüğümün olmamasındaki kastım sorumluluklarımdır. Bırakamayacağım, terk edemeyeceğim gönüllü sorumluluklarım var. Bir gün belki...

11 Eylül 2015 Cuma

Çekilin Yoldan Taze İtirafçımız Var !!!


Yıllardır sabit olarak tek takip ettiğim sitedir itiraf.com. O kadar keyif alarak okuyorum ki bazı itirafları, itirafı yapan kişinin ince zekasına hasta olmamak elde değil.

Şimdilerde itiraf.com ailesi sitelerinde değişikliğe gitti -ki bence on numara beş yıldız oldu- ve radikal değişiklikler yaptı.Mesela artık eskisi gibi itirafların altında yorum yazılamıyor, itirafların kategorilerinde değişiklikler var gibi gibi.

Yıllardır pasif bir itirafçı ama aktif bir okuyucuydum amma velakin yakın tarihte yaptığım bir itirafım onaylandı -ki daha önceki bir kaç yaptığım itirafım reddedilmişti- ve yayınlandı. Gördüğümde inanamadım ayrıca o anki sevincimi görseniz sanırsınız ki site sahipleri ortaklık teklif etmiş :)

Kısa lafın daha da kısa versiyonu; bende artık itiraf.com ailesine katılmış bir taze itirafçıyım :)

Dipnot:Kendinize bir iyilik yapın her gün beş dakika siteye girip günlük itirafları hiç bir şey düşünmeden okuyun. Ne demek istediğimi anlayacaksınız...

30 Ağustos 2015 Pazar

Sevgi Emekse, Orta Yaş Grubu Neydi ??

Anılar, anılar diye başlamak istedim bir an...

Belli bir kaç insanla iletişim amacıyla -sadece- kullandığım Facebook'tan bir arkadaşlık isteği gelmiş bana benim hiç ilgilenmediğim zamanlarda.Kimmiş neymiş bakayım derken meğersem malum şahıs çok eski bir arkadaşımmış.Ondan diğerlerine bakarken bir baktım uzun zamandır -yıllardır demek istediğim- görmediğim inanların profillerini inceliyorum...

Fark ettim ki meğer ben/biz yaşlanmışım/ız. Meğerse zaman geçmiş farketmemişim. Doğumlarını hatırladığım bebek lise, düşüp dizlerini kanatan çocuklar üniversite öğrencisi olmuş. 

Zaman ne hızlı geçmiş, geçermiş meğer. İnsan kendine bakınca fark etmekten ziyade etrafına bakınca anlıyor daha çok.



Bu durumdan çok beni rahatsız eden sanki herkes büyümüş, gelişmiş ve değişmiş ama ben olduğum yerde aynı, sabit ve sıkıcı bir şekilde kalmışım :/ Baktım depresife bağlıyorum dedim ki kendime hayırdır Narsistkestane kendine gel her yaşın güzelliği kendine, sen neler sığdırdın şu ana kadarki zaman dilimine :)

Ve en tabi ego takviyesi de yaptıktan sonra çıktım dışarı, aldım yanıma yıllardır eskimeyen -17 yıl oldu- dostluğumu, söyledik iki açık çay ve vurduk muhabbetin dibine. Anladım herşey eskiside, biz yaşlansak da varsa çay içebildiğin insanlar, varsın geçsin zaman şeklinde klasik muhabbete bağlamak isterdim eger ki muhabbetdaşımın "biz de yaşlandık Narsistkestane yaa iki kara dul olarak yaşlanacağız biz, yazık bize lan"  şeklinde ki nidasını duymasaydım...




2 Ağustos 2015 Pazar

Dizikolik insanlar iyidir vesselam !!

Dizi sever insan iyidir yaa. İyi insanlardır onlar.Kolik falandır ama olsun iyidirlerdir. Ben kendimi bildim bileli düzenli olarak takip ettiğim dizilerim vardır. Çok severek ve aşkla takip ederim.

İlk başladığım yabancı dizi *Supernatural'di. O kadar sıkı takip ederdim ki -ki hala devam ediyorum, online olarak eş zamanlı izliyorum- her hafta salı günleri saat 20:00'de TNT de izlerdim.Öyle ki babam, annem, kardeşlerim ve hatta eve gelen herkes benimle birlikte salı günü izlerdi -daha çok izlemek zorunda kalırdı-. On yıl oldu hala da aynı tutku ve aşkla izliyorum.

Bir sonraki yıl **Moonlight diye yeni bir dizi yayınlanmaya başladı.Gece saat 12:00'de önce Supernatural'in tekrar bölümlerini izler ardından Moonlight'ı izlerdim. Dizinin yarısında bir arkadaşımdan öğrendim ki -o zamanlar evimizde net olmadığından haberleri kulaktan kulağa duyardım- dizi 12. bölümünde bitirilmiş, ne üzülmüştüm.Aynı yıl ***Chuck'ı izlemeye başladım, çok sevdim derken şu anda takip ettiğim bir çok dizi var.

Tabi bu durum ne çok yoğun iş hayatımı ne de çok yoğun okul hayatımı ne de ki çok yoğun sosyal hayatımı etkiledi. Söz konusu keyif aldığım şeyler ise -ki bunların en üst sırasında kitap okumak, müzik ve film/dizi izlemek bulunmakta- 24 saati 48 saat şeklinde kullanır ve sığdırırım. Biliyorum yorucu bir tempo ve bir çok insan yapamıyor ama ben çok  küçük yaşlardan beri bunların hepsini sığdırdım. 

Özetle anlatmak istediğim insanlar hayatlarında sevdikleri şeyleri yapmak için çaba göstermeli. Birisinin ona gelip boş vakit vermesini veya fırsat yaratmasını beklememeli, kendisi o fırsatları yaratmalıdır. Benim naçizane fikrim.

*Supernatural: 2 Kardeşin doğaüstü varlıkları avladığı ve komedi, aile, arkadaşlık, dram kavramlarını çok orantılı olarak harmanlayan on numara bir dizidir. Şiddetli tavsiye ederim.
**Moonlight: Günümüz hayatına adapte olmuş bir vampirin aşık olma sürecini anlatan çok şahane bir dizidir.Tekrar ediyorum şiddetle tavsiye ederim.
***Chuck: Karakter olarak naif kavga edemeyen ve bir milyoncu tarzında bir yerde çalışan bir çalışanın ajan olma süreci ve başarılı bir ajan olan iş arkadaşına aşık olma sürecini anlatan kurgusu ve olayları güzel ve ilgi çekici olan bir dizidir. Ve yine tekrar ediyorum şiddetle tavsiye ederim...

23 Temmuz 2015 Perşembe

Çok Gezen Mi Bilir Çok Okuyan Mı ?

Bu durum çelişki benim için çünkü ben o okuyarak her yeri gezen, mabadı yer yüzü görmeyen ve bundan da dehşet keyif alan bir insanım. Hatta şunu diyebilirim ki bayılıyorum gezmeye, görmeye ve okumaya.
Benim kendi naçizane fikrim bence çok okuyarak çok gezen bilir.
Düşünsenize elinizde en sevdiğiniz kitap Sultanahmet'tesiniz, önce Yerebatan Sarnıcı'nı gezdiniz, sonrasında ise Gülhane'ye indiniz ve bir bardak çay söylediniz -çay içilmeden yapılan bir gezi eksik gezidir benim için- elinizdeki kitabı okumaya başladınız. Hissedeceğiniz şeyleri, yaşayacağınız bir atmosferi düşünsenize.İşte ben böyle insanlardanım, hem gezer hem kitap okurum artı bir de sevdiğim bir yemek de yediysem off o gün benden keyiflisi, benden daha on numara beş yıldız insanı olamaz. O gün -eş zamanlı olarak- okuduğum ve gezdiğim yerleri, hissettiklerimi hiç bir şekilde unutamam.
Bu nedenle bence çok okuyarak çok gezen en en çok bilir :)

Dipnot: Yerebatan Sarnıcı şu hayatta en sevdiğim nadir şeylerden biridir. Orayı hiç bir mekana veya eğlenceye değişemem, değişmem ve bir o kadar şiddetle görmenizi tavsiye ederim. :)
Dipnot 2: Yerebatan sarnıcı eski zamanlarda su depolamak için kullanılırmış. İçeri girdiğinizde asma merdiven ve köprülerle geziyorsunuz daha çok. En tabisi yerler su :)

16 Temmuz 2015 Perşembe

Gerçekten Seviyor Muyuz Bayramları ?

Bayramların güzel olduğunu düşünürüm hep. Bu konuda bir sıkıntı yok ama peki herkesin girdiğini gösterdiği atmosfer gerçekten var mı ? Herkes göründüğü kadar keyif alıyor mu veya almak zorunda mı ?
Birçok mecburi ev gezmesi, sizi sürekli eleştirmeye çalışan can sıkıcı insanlar -ki onlara akraba deniyor-, sürekli mutlu bir şekilde hizmet yapmanızı isteyen komşular varken gerçekten keyif alıyor mu insanlar ? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum açıkçası.Ben bayramın bana da geldiğini düşünmüyorum.Çünkü bayram denilince aklıma gelen herkesin yaptığı ve benden de yapmamı istedikleri temizlik -ki ben çalışmak için doğmuş bir insanım, nefret ediyorum temizlikten-, bunaltıcı kalabalıklar geliyor aklıma.

Benim ise istediğim sadece sevdiğim dostlarımla çay içmek, dingin kafa ile kitap okumak ve film seyretmek.Ama her bayramda olduğu gibi aslında olan ; annemin öyle değil böyle diyerek benimle yaptığı sonu gelmez bunaltıcı temizlik tartışmaları, millet ne der uyarıları, bizim adetlerimiz böyle sözleri vs. vs.
Sözün özü bence bayram herkese gelmiyor.Hele ki benim gibi tüm hayatı çalışmak ve okumak -çoğu zaman eş zamanlı - ikilemi arasında geçen birisine hiç gelmiyor...

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Başıma Ne Geldiyse Meraktan'mış...

Merak edebilmek, merak ettiğini sorabilmek ne büyük lütuf..."Merak ettim" diyebilmek ne büyük özgürlükmüş onu anladım. Toplu bir ortamda konuşurken merak ettim de bu ne demek dediğinizde, kadın başına ne sorusuymuş haddini bil bakışı gördüğünüzde, haddimi hududumu bana bildiricek şahsiyet siz değilsiniz ! bakışını atabilmek  işte o en büyük mutlulukmuş anladım.
Haddini bilen insanlarla sohbet etmeyi tercih ederim her zaman. Çünkü sohbetlerimin yarısı merak -soru cevap usulü- üzerine kurulu. Hal böyleyken sırf kadın olduğum için belli çizgiler dışında soru sorduğumda veya üzerime düşmeyen konularda yorum yaptığımda haddimi bilmemekle suçlanmayı açıkçası kendime, kendi zekama hakaret olarak addediyor ve ortamdan mümkün mertebe ayrılıyorum.
Kadınlarında her hangi bir ortamda bir birey olarak istediğini yapabileceğine canı yürekten inanırım ve kendim de istediğimi istediğim şekilde yaparım. Dolayısıyla daha da meraklanabileceğimiz, istediğimizi sorup ve cevaplayabileceğimiz günler istiyorum ve en tabisi ben istediğimi alırım...

Dipnot: Çok yüksek kahkahalar atan ve herkese laf yetiştirebilecek kadar dili kuvvetli bir insan olan ben emin olun sınırları zorlarım :)