28 Aralık 2016 Çarşamba

Kore Dizisi : Lucky Romance

Merhabalar,

Final sınavlarım sebebiyle bir süredir boş bıraktım buraları, farkındayım !

Bugün size son haftalarda izlediğim ve beğendiğim iki diziden biri olan Luck Romance'ı anlatacağım. Diğeri ise başka yazı konusu :)

Luck Romance dizisinden bahsetmeden önce fazla objektif olamacağımı bilmeniz gerek. Neden mi ? Çünkü başrolünde Hwang Jung Eum denen sevilesi kadın oynuyor. Doğrusu bayılıyorum kadına (kalp kalp kalp). 

Bu saç boyunu sevmediğim halde yakıştırdım. Tabi uzun hali daha güzel olurmuş ama neyse !
Resim Pinterest'ten alıntıdır.
Burada bir itirafta bulunmam gerek, sanırım kadının fıtrat özelliklerini kendimle özdeştiriyorum. Bundan sanırım kalp kalp durumum hahahhaha. Ben de ani çıkışları, cırt ses tonu -özellikle paniklediğimde ve sevindiğimde- olan kafası kırık bir insan irisiyim. Yaşasın dengesizlik !

Dizimize döner isek şayet başrolunda Hwang Jung Eum ve Ryoo Joon Yeol oynuyor. Erkek oyuncuyu ilk defa burada izledim ama çok beğendim. Ses tonu ve mimiklerine resmen yarıldım. Kadını sevdiğimi söylememe gerek yok sanırım hahahah.

Konusu şöyle Hwang Jung Eum yani Sim Bo Nui küçükken bir trafik kazasında anne babasını kaybediyor ve kız kardeşiyle yalnız kalıyorlar. Sonraki yıllarda kız kardeşi de bir trafik kazası geçiriyor ve yoğun bakıma alınıyor. Bu esnada hastane bahçesinde bekler iken tanıştığı bir şaman Sim Bo Nui'ye kendisinin uğursuz olduğunu ve tüm bu kazaların kendisi yüzünden olduğunu söylüyor. Buna inanan esas kızımız o tarih itibari ile hayatını kimse ile yakın ilişki kurmadan -uğursuzluğu yüzünden zarar vereceğini düşündüğü için- izole bir halde geçirmeye başlıyor.Ta ki sözlerine inandığı şaman komada ki kız kardeşinin uyanmasını istiyorsa bir gecesini Çin takvimine göre kaplan yılında doğmuş birisi ile geçirmesi gerektiğini söylene kadar. Peki bilin bakalım kaplan yılında doğmuş oğlanımız kim ? Tabi ki Ryoo Joon Yeol yani Je Soo Ho evladımız. Yalnız bu kaplanın insan ilişkileri konusun da Sim Bo Nui'den bir farkı yok çünkü kendisi dizilerimizde ki klasik sorunlu dahi çocuklardan. Kibirli yani :) 


İkisi arasında ki ilişkinin nasıl geliştiğini görmek isterseniz izlemeniz gerek. Kendi fikrim ise şöyle; ben diziyi sevdim ama başrol kadını çok severim. Onun için her türlü zaten izlerdim. Çok güldüğüm yer oldu,saçma bulduğum nokta da çok oldu. Lakin izlemeyin denilemez bu diziye,hiç bir şey için olmasa bile başrol de kilerin mimikleri için izleyin derim. Bence seveceksiniz, net !

Not: Dizi de ki yan başroller olan Lee Sook Hyuk ve Lee Chung Ah'ı daha öncesinde farklı dizilerde izledim, ikisini de severim. Lakin dizi de çok sönük ve gereksiz kalmışlar, onlar olmasa da gayet iyi gider imiş dizi.
Not 2 : Dizi de ki kıyafetlerin çirkinliği konusunda yorum dahi yapamayacağım zira yazı bitmez ! Korkunçtu !

13 Aralık 2016 Salı

Bu Dünya Kimin ?

Merhabalar,

Hastayım bu hafta biraz.

Tabi üzgünüm de zira kolay bir hafta bitirmedik.


Taraflarının bilinmediği bir kavgada ölenlerimize ağladık bu hafta.

Kimin olduğunu bilmediğimiz, herkesin hak iddia ettiği ve asıl sahibini unuttuğu bir dünyada teker teker hunharca katlediliyoruz.

Kimisi bomba ile ölürken kimisi kocasının / nişanlısının / sevgilisinin elinde katledildi.Kimisi kör kurşuna denk gelip sakat kalmışken kimisi tecavüzcüsünün elinde oyuncak oldu.


Ben anlamıyorum, gerçekten anlamıyorum. Bu denli zarar verirken bir başka cana, insan kafasını yastığa nasıl koyup da yatar ! Hayatına devam etmeyi nasıl başarır. Bilen birisi açıklasın bana, söz dinlicem !

Yanlış anlaşılmasın, çok iyi olduğumu iddia etmiyorum. Doğrularım kadar yanlışlarım, sevaplarım kadar günahlarım var, orası aşikar. Lakin her yanlışım için bir çare, her günahım için bir tövbe ararken ben, bu insanlar nasıl bir şey olmamışçasına devam edebiliyorlar !

Sinirliyim, tepkiliyim ama elimden ne gelir bilmiyorum.

Yapılan her haksızlığı, zulmü, katliamı Allah görsün ! Başka da bir şey  demiyorum.

Güzel insanlar kendinize iyi bakın.


5 Aralık 2016 Pazartesi

Kitap Değerlendirmesi : Havvanın Üç Kızı / Münkir, Mümin, Mütereddit

Merhabalar,

Bugün size en sevdiğim yazarın okuduğum son kitabından bahsedeceğim.


Elif Şafak'ın Havvanın Üç Kızı..

Kitabı sanırım 3 günde falan okudum. Fırsat buldukça aldım elime, nefes alır gibi okudum. Öyle severim Elif Şafak kitaplarını. 

Bir kaç yazarım vardır benim böyle, sorgulamadan, düşünmeden, kayıtsız şartsız sevdiğim ve her kitabını okuduğum. Elif Şafak işte bu kitle arasından bir yazarım.

Havvanın Üç Kızı çıktığından beri aklımda ve listemdeydi ama bir türlü kısmet olmadı. Sonunda okudum :) Önce konusundan bahsedeyim.

 Havvanın üç kızı, günahkar, inanan ve şaşkın. Bu üç kızın yollarının kesişmesi ve yaşadıklarını anlatıyor. Şirin -günahkar-, İran'lı, memleketinden sürgün yemiş bir vatansız. Mona -inanan-, bir anne için evladı ne ise Mona için de inancı o, o denli güzel,o denli özenli ve yine o denli aşkla baglı. Peri -şaşkın- ne annesi gibi bir inanan ne babası gibi bir günahkar olabilmiş, arafta kalıvermiş bir şaşkın.

Sıra dışı bir öğretmenin, sıra dışı bir dersin de yolu kesişen bu üç kız arkadaş olabilecek midir ?

Kendi fikrime gelir isem,

Tanrı, kimlik, araf, aidiyet, inanç konuları üzerine bolca kelimelerin döküldüğü bir roman düşünün, öylesine güzel, öylesine dolu dolu, öylesine içine alan.
Ve yine aynı kitabın çat diye, bir anda, bıçak keser gibi bittiğini.

Kitabı sevdim, hem de çok sevdim ama gel gör ki öyle bitti ki şaştım kaldım. Bende hala sayfa çevirmeye çalışıyorum, sanıyorum ki devam ediyor. O denli havada, durağan bitirmiş.

Sonu dışında çok güzel, benim kadar sonuna takılmıyor, gidişat ben için daha önemli diyorsanız okuyun !
He, sonu önemliyse de okuyun, içindeki bazı noktalar öyle şeyler düşündürüyor ki, sırf o noktalar için iyi ki diyorsun. Yani yine diyorum ki okuyun !

Okuma yazamam buraya, parmaklarım çalışmaz, üzülürüm sonra...
Elif Şafak'ı severim, tarafsız olamam !

Not : Tüm Elif Şafak kitaplarını okumuş bir dengesizim, hakkaten tarafsız olamam :)

1 Aralık 2016 Perşembe

Orange Is The New Black / "Sophia Is The My Black !"

Merhabalar,

Bu aralar yakın bir arkadaşımın babasının ani vefatı nedeniyle uzaktaydım. Yeni geldim diyebilirim.

Bu akşam size bir arkadaşımın ısrarı ile başlayıp, bir süredir hararetle izlediğim bir diziden bahsedeceğim.

Diziyi anlatmaya başlamadan önce bu ara hiç kore dizisi / filmi izleyemiyorum ondan bahsetmek istiyorum. Beni bir türlü sarmıyor, izlediklerimi ise sık sık ilerleterek izleyebiliyorum ki bu durumda da zorla izliyormuşum gibi geliyor. Sanırım bir duraklama dönemini girdim. Sağlam bir yapım bulmadan da çıkamayacağım bu dönemden sanırım. Neyse biz konumuza dönelim.


Dizinin ismi Orange Is The New Black. Amerika'da ki bir kadın hapishanesinde geçen trajikomik olaylar anlatılıyor. Oyuncu kadrosu inanılmaz kalabalık. Taylor Schilling, Laura Prepon,Natasha Lyonne, Taryn Manning, Uzo Aduba, Kate Mulgrew, Dascha Polanco, Samira Wiley ve daha nice isim. Benim favorim ise Sophia Burset karakterini oynayan laverne Cox, laf aramızda kalsın bayılıyorum ona.

Konusuna gelir isek, bir kadın hapishanesi, içerisinde suçlular var orası aşikar.  Bir gün yıllar önce - neredeyse ergenlik döneminde- bir uyuşturucu kartelinde çalıştığını bildiği sevgilisi Alex Vause -hiii dediğinizi duyar gibiyim, evet sevgilisi bir kadın- için uyuşturucu taşımış , sonrasında korkmuş ve sevdiği halde sevgilisinden ayrılmış yeni mahkumumuz Piper Chapman içerisinde her türlü suçtan kadını barındıran hapishaneye gelir. Buraya kadar tamam fakat  atlanılan nokta şu ki geçen bu yıllar içerisinde Chapman bir erkeğe aşık olmus -evliliğin eşiğindeler- iyi işler başarmış iyi bir insandır. Zengin ailesinin yumuşak başlı kızları Chapman hapishanede ne yapacak, nasıl hayatta kalacaktır ? Peki Chapman mahkumlardan ne kadar farklı ? Ya hapishanedekiler nasıllar? İnsanlar hata yapar ama neden yapar ? Nasıl yapar ? Bunda zorlayıcı etmenlerin hiç mi etkisi yok ?

Dizi avare kızımız Chapman'ın maceralarını gözler önüne sererken bir yandan da bu soruları sormanıza, daha da önemlisi düşünmenize neden oluyor.

Kendi adıma bayılıyorum bu diziye. Yer yer üzülüyorum, çoğunlukla gülüyorum. Bir de şöyle bir şey var ki o kadar çok farklı ırktan insan var ki dizi de sanki milletler arası karnaval gibi.

Dizinin diğer ilgi çekici kısmı ise her karakter için yaptığı flasbackler. Her geçmişe gittiğinizde fark ediyorsunuz ki insanlar suçlu doğmuyor ve yine fark ediyorsunuz ki her suçta suçlu kadar suça teşvik eden, sebep olan ya da altyapı hazırlayan insanlar var. 

Bence bu diziyi izlemelisiniz. Ne türden hoşlanıyor olursanız olun, en azından şans vermelisiniz.

GÜNCELLEME : Dizi bu sene dördüncü sezonunu yayınlandı ve şimdiden 5, 6 ve 7 sezon onayını aldı.


Not: Dizi aşırı derece de çıplaklık içeriyor. Altını çiziyorum çıplaklık içeriyor, cinsellik değil. Tabi onu da içeriyor ama her dizi de olduğu kadar :)
Not 2: Sophia karakterine hayat veren Laverne Cox'un flashbacklerinde erkek ikiz kardeşi oynamaktadır.

21 Kasım 2016 Pazartesi

Merhamet / Sermet Karayel Aşkına !

Merhabalar,

Bugün size sonradan izlediğim ve sevdiğim eski bir Türk dizisinden bahsedeceğim.


İsmi Merhamet. Başrollerinde Özgü Namal, İbrahim Çelikkol, Mustafa Üstündağ ve Burçin Terzioğlu oynuyor. Tüm kadroya bayıldığımı ama Terzioğlu ve Üstündağ'a daha çok bayıldığımı söylemeliyim.

Öncelikle size diziyi anlatayım.

Özgü Namal yani Narin Yılmaz, dişli bir avukat. İşine büyük aşk ve tutku ile bağlı. Bir o kadar tutkuyla bağlı olduğu diğer şey ise çocukluk aşkı Fırat. Yıllardır unuttuğu sandığı ama unutamadığı lanetli geçmişinde yaşayan korkulu rüyası.

İbrahim Çelikkol yani Fırat Kazan, geçmişin küçük bir kasabada yaşayan (sonradan şehirden geldi) zengin ve şımarık oğlanı, günümüzün ise centilmen ve başarılı bankacısı. Yıllarca yurtdışında geçirdiği zamandan sonra yurda döner.

Mustafa Üstündağ yani Sermet Karayel, yer altı alemi ile yer üstü aleminin arafında kalmış bir adam. Ne yer üstündekiler kadar normal olabiliyorken ne de yer altındakiler kadar anormal olabiliyor. Bir elinde silah tutarken, diğer elinde küçük bir çocuğu sevindirmek için oyuncak tutuyor olabiliyor.

Ve son olarak Burçin Terzioğlu yani Deniz Tunalı, kendisi bir trafik kazasında kaybettiği annesi ve babasının ruhu ile yaşayan zengin, şımarık sosyete kızı. Aynı zamanda Narin'in okul arkadaşı (aynı zamanda en yakın arkadaşı), yani bir avukat.

Deniz ve Narin'in arkadaşlığını kıskanmadım desem yalan olur.

Bu dizinin en kötü karakterinden bahsetmez isek olmaz bence. Oda Yasemin Allen yani Irmak Tunalı, denizin sosyopat, narsistik kız kardeşi. Yıllardır yurt dışında yaşadıktan sonra ani bir kararla yurda yani ablasının yanına dönüş yapar.

Bunun dışında Kara Hatice, Moskof Recep, Şadiye, Mehmet karakterleri de takdire şayandır.

Ana karakterler yukarıdaki gibi. Şimdi konumuza dönersek, Narin yıllar boyunca babası Moskof Recep'in zulmu altında okumak için bir savaş verir. Tabi bu verdiği savaşın yanında yıllar boyunca bir çok şeyi bilerek ve ya bilmeyerek kaybeder. Sonunda ise avukat olmayı başarır. Başarılı ve kaliteli yaşamında hiç bir problem yoktur ta ki yakın arkadaşı Deniz'in kız kardeşi Irmak'ın sevgilisi ile tanışana kadar. Çünkü Irmak'ın nişanlısı Fırat Kazan'dır. Ömrü hayatı boyunca sevdiği tek adam olan, biricik aşkı Fırat'tır bu ! Fırat'ı görmek Narin'in hiç olmamış gibi davrandığı geçmişinin kapısını aralar.
Sonrası ise çorap söküğü gibi gelir. Olaylar burası itibari ile gelişmeye başlar.

Fikrime gelirsek, ben bu diziyi yayınlandığı zamanlarda gittiğim misafirliklerde az az, ucundan kenarından izlemiştim. Güzel ama benlik değil diye geçmiştim. Bu yaz çalışma saatlerim sonucu eve geliş saatlerim dizinin ya başını ya da ortasını yakalıyordu. Derken derken ilgimi cezbetmeye başladı ve yakaladığım zamanlarda çat pat izlemeye başladım. Bölümlerin çoğunu parça parça izledim ve çok sevdim. Sonrasında üni için geldiğim bu şehirde netten tamamını izledim. Hele ki Sermet Karayel ve Deniz Tunalı, tamamen komediydi. İzlemem de ki en önemli sebeplerden birisidir bu iki karakter. Diziyi izlerken sinir olduğum noktalar olsa da çok güldüğüm noktalar da oldu.

Tek sevmediğim noktada şu ki, dizinin sonu insanı intihara sürükleyecek kadar kötüydü. Nerdeyse bu kadar kötü final yüzünden keşke izlemeseydim, en azından bilmezdim diyesim geliyor.

Tavsiye kısmına gelirsek, entrika, aşk ve komedi üçlemesini seviyor ve kötü sonlar moralimi senin kadar bozmaz Narsist diyorsanız başlayın gençler !!



Not: Tekrar ediyorum, Sermet Karayel ve Deniz Tunalı karakterleri olmasa muhtemelen diziyi izlemezdim !
Not 2 : Dizi Hande Altaylı'nın Kahperengi kitabından uyarlamadır. 

15 Kasım 2016 Salı

Kore Dizisi : Descendants Of The Sun

Merhabalar,

Ey ekmek arası domatesli peynirlerim. Nasılsınız bugün ?

Ben çok keyifliyim çünkü güne kitap alarak başladım tabi  bu başka bir yazının konusu biz dizimize geçelim.

Dizinin ismini duymayan yoktur sanırım , Descendants Of The Sun. Başrollerinde Song Joong Ki, Song Hye Kyo, Jin Goo, Kim Ji Won oynuyor. Çoğu kişi izledi, izlemeyen fikir edindi ama herkes bildi. Bende yeni bitirebildim ki izlemeye mayısta başlamıştım.

Önce konusunu anlatacağım. BM milletler kapsamında Uruk'a gönüllü olarak giden doktorumuz orada, daha öncesinde bir kaç kez buluştuğu ve ayrıldığı asker Song Joong Ki'yi tekrar görür. İkili daha önceki buluşmalarında birbirlerinden çok hoşlanmalarına rağmen ayrılmışlardı. Tekrar buluştuklarında birbirlerini unutamadıklarını fark ederler ama şimdi ne olacak ki ?  Asker hala asker, doktor hala doktur, koşullarda değişiklik olması acaba aralarındaki ilişkiyi değiştirir mi ?


Dizi bu soruları merak ettirerek alıyor önce sizi konuya sonra  Uruk  ve orada yaşadıkları olaylar çerçevesinde gelişiyor.Şunu söylemeden de geçemem iki başrol var dersem dizi de bence yalan olur. Çünkü her karakter başrol gibi :) Hepsinin eğlenceli ve dolu dolu bir alt metni var. 

Fikrime gelirsek, yukarıda  size diziye teee mayıs ayında başladığımı ama anca bitirebildiğimi söyledim. Buradan çıkarılacak sonuç, romantizm açısından dizi bitirilmeye değerdi ama geri kalan sıkıcı konular ise uzatılmaya mahkumdu. Yanisi abartılacak bir şeyi yoktu ama bitirilmeye değerdi.

Sevgili arkadaşlarım, beklentiyi diplerde tutup boş vaktinizde izleyin. Ama izleyin, izlenilmez denemez Allah var yukarıda :)


Not: Doğrusunu söylemek gerekirse yan karakterler ana karakterlerden daha eğlenceliydi.

25 Ekim 2016 Salı

Kore Dizisi : Modern Farmer / "Kençanayo,kençanayo"

Merhabalar,

Bugün size uzun zaman önce başlayıp da sonunu yeni getirebildiğim Modern Farmer dizisinden bahsedeceğim. Başrollerinde  -benim ta Bof'tan sevdiğim sarışın- Lee Hong Ki, Park Min Woo, Kwak Dong Yun, Lee Shi Un ve Lee Ha Nui oynuyor.


Diziye 6 ay kadar önce başladım. Ara vere vere 3 parçada izledim. Anlayacağınız diziyi mundar ede ede izledim. 

Neyse, konumuza dönersek, diziyi çok sevdim. Çok güldüm, çok eğlendim. Biraz daha romantizmi olsaydı daha bile iyi olabilirdi ama olsun buna şükür.Dizide bir erkek müzik grubu var. Geçmişte albüm yapım aşamasında gruptan bir kişi yapımcıyı dövüyor. E bunun üzerine malum hayalleri suya düşüyor hepsinin. Dizi olayın üzerinden 7 sene geçmiş haliyle devam ediyor.  Hong Ki tekrar nasıl albüm yapabileceğinin yolunu ararken  ailesinden tarla miras kalıyor. Önce satmayı düşünüyor ama sonra fikrini değiştiriyor ve -tarla satıldığında değer etmediği için- son yıllardaki en karlı tarım ürünü olan lahana ekmeye karar veriyor. Tabi bunun üzerine grup arkadaşlarını tekrar bir araya getirerek lahana ekimi için ikna ediyor. Hikaye bu konu üzerinde gelişiyor.


Dizinin tüm karakterleri çok iyiydi. Ne kahkahalar attım anlatamam size. Hele bir de "kençano kençano" kısmı var ki izlemeniz lazım :)

Yalnız o kadar güzel kadını çingene gibi giydirmek nedir ya. Diziyi bırakma sebebi resmen.

Bu ara gülmeye ihtiyacı olan kim varsa izlesin derim ben. Eminim seveceklerdir.

Benim bu ara sık sık keyim bozulduğu için merhem gibi geldiğini söyleyebilirim :)

İyi seyirler, sevilesiler !


19 Ekim 2016 Çarşamba

Hint Filmi : Dhoom

Merhabalar,

Sevilesi insanlar nasılsınız ??

Ben keyifliyim çünkü bugün okul kırdım =)

Şu hayatta yapmaktan en keyif aldığım şeylerden biridir devamsızlık ve tahmin ettiğiniz gibi bana verilen süreyi kanımın son damlasına kadar kullanırım.

Tamam tamam içinizden geçirdiğiniz gibi sorumsuz bir öğrenciyim, yani biraz =)

Ama ders çalışırım yalan yok, eksiğimi kapatırım. Bunun rahatlığı da var tabi !

Neyse efendim, konumuzdan saptık yine. Bugün size uzun vadede izleyebildiğim ve anca şuan anlatabildiğim bir film serisinden bahsedeceğim, yani Dhoom'dan.

Seri demiştik, 3 filmden oluşuyor. Başrollerinde standart iki karakter var, Polisimiz Abhishek Bachchan ve yardımcısı Uday Chopra  (ilk filmde yardımcısı oluyor, izleyince anlarsınız) var. Serinin her filminde ise kötü adamlar değişiyor.

Serinin kötü adamları ise sırasıyla aşağıdaki gibi,

Dhoom 1 ^de kötü adam John Abraham,


Dhoom 2 ^de kötü adam Hritnik Roshan,


ve
Dhoom 3 ^te kötü adam Aamir Khan.


Fikrimize gelirsek, Dhoom filmlerini sevdim çünkü kendinden uçuk, Dhoom filmlerini sevmedim çünkü fazla uçuk. Aklınız karıştı değil mi ! Heh işte bende bundan bahsediyorum,izlerken böyle oluyorsunuz. Bu kadar abartı ve absürt sahneye gülsem mi üzülsem mi bilemiyorsunuz. Ben abartılı sahneleri fazla inanılmaz olmadığı sürece severim. Malum Cüneyt Arkının bir ordu insanı 3-5 okla öldürdüğü, iki hav hav ile katilin kim olduğunu anlayan Tarkan'ın filmleri ile büyüdüm. Doğaldır yani :) Dhoom da böyle, eğer  Türk filmlerini bu hallerine rağmen seviyor ve izliyorsanız bu film serisini de sever ve izlersiniz. Ayrıca konusu da aynı bizim filmler gibi klasik. Çok iyi bir polis, çok iyi bir yardımcı ve bir de çok iyi hırsızımız var. E bu kombinasyon olur da aksiyon olmaz mı ! Evet sevilesi insanlar olayı, atraksiyonu da bol bir film.

Yukarıda anlattıklarımı seviyor iseniz kaçırmayın izleyin ama yok Türk filmlerine daha katlanamıyorum Hintlisini mi izlicem diyorsanız cıks izlemeyin, sevmeyeceğiniz gün gibi ortada.

Seçim sizin şerbeti bol insanlar.

Not: Ben 13 yaşındaki erkek kardeşimle izledim ve kendisi çok sevdi. Onun ısrarı ile üç filmi izledim keza kendisi tek başına film izlemekten pek hoşlanmıyor. Yoksa devamını bende izlemeyebilirdim.

Not 2 : Afişlerin çirkinliğini görmezden geliniz lütfen.

17 Ekim 2016 Pazartesi

Hint Filmi : Kick

Merhabalarrrr,

Bugün gayet iyi bir ruh hali içerisinde geldim. :)


Şimdi  izlediğim  romantizmi bol aksiyonu az olanından bir film anlatacağım.Filmin anlatım yazısını blogunu keyifle takip ettiğim blogger Bollywood Terapi'nin şu yazısında  okuyup izlemeye karar vermiştim. Kısmet bu zamanaymış, filme dönelim :)

Filmin ismi Kick. Başrollerinde Salman Khan, Jacqueline Fernandes ve Randeep Hoda oynuyor. Filmde Devi Lal Singh (Salman Khan) kick seven yanisi adrenalin tutkunu. Ayrıca başına buyruk, zeki ama tutarsız bir aşk adamı . Bir bakıyorsunuz, aşık olduğu kıza türlü türlü şeyler yapan bir şaklabanken, bir de bakıyorsunuz ki tacize uğrayan kızları kurtaran asil şövalye :)  Konusunu bu kadar bilmeniz yeterli bence, hayatı kick'lemeye çalışan bir adamın hikayesi bu.

Fikrime gelirsek...

Aslında Salman Khan filmlerini çok severim. Salman Khan'ı daha çok severim. Ama bu film zorlama olmuş gibi geldi. Beğendiğim çok yer oldu ama yine de etkilemedi beni diyebilirim. Salman Khan seviyorsanız izleyebilirsiniz ama şayet aram çok iyi değil derseniz, aranızı kendisi ile daha fazla bozmamak adına izlemeyedebilirsiniz. Bilemedim :/


Unutmadan şunu da belirteyim film müziği Hangover'a bayıldım !! İnsanın gönlünü okşuyor resmen !

Sözün özü şu, izlediğime pişmanım demiyorum keza bir çok vasat filmin yanında gayet iyiydi ama...Amasını yukarıda açıkladım gençler, karar sizin !!


16 Ekim 2016 Pazar

Bıkılası İnsanlar Ah Bir Gitseler

Merhabalar,

Bugün biraz iç dökesim var. Dertlendim biraz.


Ben ruh-u renkli, enerjisi hiç tükenmeyen bir insanım. Eğlenceli, kendine özgü şeyleri çok severim.

Hayat görüşüm de "aslolan insandır" mottosu üzerine şekillendiği için hayatta yaşanan her şeyin insanlar için olduğuna inanır ve herkesi ve her şeyi olduğu şekil ve hali ile kabul ederim.

Buraya kadar sıkıntı yok ! Çoğumuz böyleyiz zaten.

Problemin başladığı noktayı anlatayım ben size.

Ruh-u renkli bir kişilik olduğumu söylemiştim. E bu doğal olarak hal ve hareketlerime, kıyafetlerime ve tabi bir de saçlarımı yansıyor. An itibariyle saçlarım mavidir ey ahali. Şu zamana kadar da yavruağzı, pembe, mor, yeşil,sarı, platin sarı, fuşya yapmışlığım var. Seviyorum.

 Bunun yanı sıra kuaföre gidiş ve çıkışında saç modellerinde derin farklar olan, radikal kararları seven bir yapım var.

E kılık kıyafet desen milletin beğendiğinden ziyade Narsistin sevdiği doğrultuda seçim yaparım.

Sonrasında hepsi bir araya geldiğinde ise insanlar için bıdı bıdı yani "etiketleme" faslı başlıyor. Sürekli göründüğünüz hal yüzünden eleştiren, kınayan insanlar var türüyor etrafınıza üzerine vazifeymiş edasında. Biraz farklı isen "yaramaz kız, ailesinin söz geçiremediği kız, arısız kız" etiketleri bir bir yapışıyor günbegün.  Nöbet tutuyorlar sanki, düşünüyorlar " ne desek, ne yapsak da şu kız hayattan insanlardan soğusa" diye. Bence öyle.

Bıktım ya, vallahi bıktım. Ben seviyorsam kime ne ? Ben kimseye şöyle yapın, böyle giyinin demiyorum. Bu insanlar niye böyle ? Bilip bilmeden kişiler hakkında konuşmak, ahkam kesmek niye ?

Ne getirisi var bunun ? Hiç mi işleri güçleri yok ?

Sözün kıssası şu ki tatlılar, sevilesi insanlar, beni bıktırdılar. Ben kafayı kendi kedisi başta olmak üzere hayvanlar ve eğitimle bozmuş, akademik kariyer diye yanıp tutuşan, hayatını bu yönde şekillendiren bir beşerim. İnsan olma yolunda kendimce hatalar yapa yapa, bata çıka yürümeye çalışan bir beşerim.

Beni rahat bırakın. Beni benle ve sevdiklerimle rahat bırakın.

Hepinize rahatlıklar dilerim ey ahali !

4 Ekim 2016 Salı

Kitap Değerlendirmesi : Ay Günlükleri / Bu kızlar bir harika !

Merhabalar,

Daha önceki şu yazımda sizlere kadınların aciz ve düşünmeden kararlar veren kahramanlar halinde anlatıldığı masalları pek sevmediğimi / sevemediğimi anlatmış idim.

Bugün ise sizlere  normalde olması gerektiği gibi düşünen, karar alan, aldıkları kararlar için savaşan ve aşık olan kadınları anlatan yeni versiyon masallardan bahsedeceğim. Yani nam-ı diyar Ay Günlükleri'nden.

Serimiz 5 kitaptan oluşuyor, yazarı ise Marissa Meyer. Kitap sıralaması ise aşağıdaki gibi.

-Sadece ilk kitabı açıklayacağım, devam kitapları olduğu için spoiler vermeden maalesef açıklayamam.-



Cinder ilk kitap. Klasik Külkedisi hikayesini düşünün ve sonra onu unutun. Kitap bazı yönlerden  hikaye ile benzerlik gösterse bile genel hatları itibari ile -kişisel fikrim- tamamen farklı bir hikaye. Bir kere külkedimiz evde temizlik yapan ezik kız değil, mekanik ustası. Üstelik yaşadığı ülke sınırları içerisinde işinin en iyisi. Peki bu ustalar neleri tamir ediyor derseniz ? Elektronik eşyalar diye düşündünüz değil mi :) Yanlış cevap çünkü ülkede robotlar, vücudunun bazı kısımları robot olan insanlar ve normal insanlar birlikte yaşıyor. Bu robot ve yarı robot insanların tamiratını ve bakımını mekanik ustaları yapıyor. İlginç değil mi ? Bence de :) Neyse konumuza dönersek, ülkenin prensi mekanik ustamız Cinder'dan hizmetindeki bir robotun tamiri konusunda yardım istiyor ve olaylar böylece başlıyor.






 Kırmızı başlıklı kız...

 Uyuyan Güzel...
 Pamuk Prenses Ve Yedi Cücelerin kötü kalpli üvey annesi...
Bu arada bi açıklama yapmak gerek. Levana normalde tüm kitaplarda adı geçen kötü karakterlerden biri. Yazarımız Levana'nın yaptıklarının nedenini anlayabilmemiz için hayatını anlatıyor bu kitapta.

Kendi adıma yaptıklarını doğru bulmasam da anladığımı söyleyebilirim.
Son olarak da Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler...























Sanki birisi benim klasik masallar konusunda fikrimi öğrenmiş de sırf bana özel yeniden kurgulamış gibi hissederek okudum ve masallar bilinenin aksine bu kitaplar da adrenalini yüksek ve sürükleyici idi.

Farkındayım yazıyı çok uzattım ama çok sevdim ve mutlaka sizde okuyun derim. Kitapların edebi değeri ile ilgilenmedim ve açıkçası bu kitaplar için pek de umurumda değil. Ben okurken çok eğlendim ve eminim siz de eğlenirsiniz.

Okuyun !
Okutturun !

30 Eylül 2016 Cuma

Major Crimes

Merhabalar,

Bugün size hem çok eskiye dayanan hem de aslında yeni olan bir diziden bahsedeceğim.


Dizinin ismi Major Crimes. Oturup size oyuncularını anlatmayacağım -netten bakabilirsiniz- çünkü düşündüğünüzden bir tık daha karmaşık !

Şimdi, dizi eski çünkü  The Closer'ın Spin Off'u yani biraz tarzının değiştirilerek devam etmesi gibi düşünebilirsiniz ve dizi aslında yeni çünkü yeni isim, yeni başrol ve yeni hikayeler.


Öncelikle biraz  bahsedeyim, dizi bir  Spin Off. Bu tarz dizi ve filmler son zamanların gözdesi diyebilirim. Eskiden yapılmış ürünlerin farklı bakış açılarından ve farklı zamanlamalarından dizi veya filmin tekrar yorumlanması gibi. Normalde ben The Closer dizisini çok severim ki bayağı da eski ve sağlam bir yapımdır. Dizi 8 sezonda final kararı aldı ama aslında bitirmek isteyen kişi başrol oyuncusu idi. Devamında diziye devam etmek isteyen kadro  ve yeni bir başrol ile dizi yeni isimle devam etti.

Suçluları yakalayan bu arada da kendi hayatlarındaki sorunlarıyla da uğraşan polis ofisi dizisi. Aslında klasik ama gidişatı çok zekice olduğu için diğer emsallerinden ayrılıyor dizi.

Ben ilk gördüğümde beğenmem diye düşünmüştüm aslında. Eski başrol kadın efsaneydi çünkü yalan yok.
Sonra baktım ki aynı keyifle izlemeye devam ediyorum, devam ettim. 
Dizi çok hızlı ve giderek yükselerek devam ediyor. İzledikçe yeni sırlar ortaya çıktıkça diğer bölüme geçesiniz geliyor.
Çok güldüm, bazen ağladım derken diziyi bitirdim. 

İzleyeceklere şimdiden söyleyeyim sonu biraz havada kalıyor ona göre başlayın. 

Sense 8 "Onları Koru !"

Merhabalar,

Bugün size uzun zaman önce bir arkadaşımın şiddetle önerdiği halde  izlemesini uzun zaman boyunca ertelediğim bir diziden bahsedeceğim.
İsmi Sense 8.Bir sezonu 12 bölüm ve her bölüm 40 dk., yani gayet kısa.

Dizinin konusunu ilk okuduğumda şaşırmış, nasıl kurgulayacaklarını merak etmiştim. Ne yalan söyleyeyim biraz da küçümsedim, malum böyle sağlam kurgularda tırt işler çıkabiliyor ortaya. Konuyu öldüresiye yavaş işleyerek izleyeni  öldürmelerini saymıyorum bile. Mantık hatalarından bahsedersem ise yazımı okuyanın sıkıntıdan öleceğini düşünüyor ve susuyorum.


Diziye tekrar dönersek, birbirinden alakasız 8 ayrı mekanda yaşayan, 8 ayrı uyruğa sahip insanın bir sebepten dolayı birbirleriyle duyusal olarak bağlı olmalarının nedeni anlatılıyor. Tüm oyuncuların kendine has yetenekleri ve bir o kadar da sorunları var. 8 karakter, 8 başrol deyince insanın ilk gözü korkuyor, acaba çok mu karışık veya konular çok mu üst üste biniyor diye. Korkmasın ! Tüm karakter ve yaşadıkları diziye öyle ustalıkla aktarılmış ki aksine siz kızıyorsunuz, "daha fazlası yok mu pleaseeee !" diye diye.

Fikrime gelirsek eğer, diziye bayıldım. Birbirleriyle iç içe olan sahneleri çok başarılı aktarmışlar. Ben izlerken "ne kadar kötü yapmışlar, inandırıcılıktan ne kadar uzak" diye hiç düşünmedim. Dört gözle ve yüksek adrenalin ile izledim. Şu anda da sabırsızlıkla 2 sezonunu bekliyorum.Ve evet bildiniz ! Dizi 2 sezon onayını da aldı !


Ayrıca belirtmek gerekirse oyuncu seçimleri cuk oturmuş ! Bayıldım !

-Son olarak şunu da eklemek isterim ki kadın karakterlerin hepsine  bayılıyorum. Nomi ve Kala en eğlendiklerim, Sun ve Riley ise en merak ettiklerim.-

İzleyin, izlettirin.

Not: Kendi fikrime göre dizi  16 yaşın altında ki kişilerin izlemesine uygun değildir. İzleyecek kişiler dizide yer yer zaman zaman  müstehcen sahnelerin olduğunu bilerek başlasın.

26 Eylül 2016 Pazartesi

Hoş bulduk ! Son Zamanlarda Ne Yaptım ?

Merhabalar,

Uzun zamandan sonra dönmek istediğim yerdeyim yine.

Tüm yaz boyunca tek kelime yazamadım. Vaktim olmadı, alel acele yazmayı ise ben istemedim. Hatta öyle ki yaz boyunca sevdiğim bloggerların yazılarını bile okuyamadım, okumadım.

 -Bu hafta sonu hepsini toplu olarak okuyacağım.-
Tüm yaz boyunca ne yaptım ?

Bir seyahat acentesinin bilet kesim bölümünde çalıştım. 

-İtiraf etmek gerekirse, çalışıp para kazanmak en sevdiğim şeyler arasında. Çünkü para kazanmak, bana özgürlük getiriyor. Özgürlüğüne aşık bir insan olarak bunun yolu olan para kazanmak en keyif aldığım aracılardan biri :)-

İş ve ev rutinimin arasında bol bol kitap okudum.

-Yeni tarzlardan kitaplar okudum. Çoğunu çok sevdim ki en kısa sürede yazacağım da.-

Dizi fazla izleyemesem de bol bol film seyrettim.



-Aralarında çok tatlı animasyonlar var, bence okuyunca siz de izlemek isteyeceksiniz !-

İl dışında ki bir arkadaşıma ziyarete gittim ve denize girdim.

-Malum çalışma tempomun arasında tatil fırsatım olmadı. Bu 4 günlük gezi benim için mini tatil gibi oldu.-

Farabi işlerim vardı, onları  düzenledim.


-2 yıldır okuduğum üniversitemden sıkıldığımı, değişiklik istediğimi fark ettiğim geçen sene Farabi'ye başvurdum ve kabul edildim.Bu sene yeni bir şehir ve yeni bir üniversitede okuyacağım. Yaşasın yenilik !-

Benim tüm yazım aşağı yukarı böyle geçti. Sizler neler yaptığınızı eminim yazmışsınızdır. Okuyacağım !

18 Eylül 2016 Pazar

Ben geldim !

Uzun bir aradan sonra yine yeniden ben geldim !!

Yalan yok, yazmayı, izlemeyi ve gezmeyi çok özleyerek geldim.

Neden derseniz, bu yaz üçünü de nerdeyse hiç yapmadım. Sadece okudum ve çalıştım. Bu döngü arasında sıkışıp kaldım.

Neyse uzun lafın kısası " I came back bayb !" :)

Bu yıl farabi vesilesi ile üç yıldır alıştığım şehri bırakıp başka bir şehre / okula geçtim. Bunun kargaşası içerisinde şu an için bu kadar bilgi verebiliyorum zira fil gibi yorgunum. Amma velakin şu yoğunluğumu atlatayım söz eskisinden daha sık yazacağım (yazamadı !) :)

Öpüyorum, hoşça kalın .

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Bugün günlerden Murat Kekilli !

Merhabalar, ben geldim.

Bu haftayı kendim ve herkes için Murat Kekilli haftası olarak ilan ediyorum :)


Ne alaka dediniz di mi ? Ben Murat Kekilli'nin sesine ve şarkılarına bayılırım. Küçüklüğümden beri sık sık dinlerim ama bazı haftalar sürekli ve sadece onu dinlerim. Bir bağımlı gibi  nükseder bende bildiğin. Murat Kekilli yoksunluğu hisseder, geçene kadar sürekli ve sürekli dinlerim.

Yine nüksedip de bağımlılığını yaşadığım bir hafta içerisindeyim. Sizlere de tavsiye ederim.

Hepinize Alır Seni Boşarım şarkısını gönderiyor ve dinlerken yüzünüzde oluşacak keyfi hediye ediyorum :)

Not: Şarkıyı dinlerken sözlerine dikkat ediniz !!

19 Mayıs 2016 Perşembe

Rizzoli and Isles

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size izlerken çok keyif aldığım bir diziden bahsedeceğim.


Dizinin ismi Rizzoli and Isles. Başrollerinde Angie Harmon ve Sasha Alexander oynamakta.

İki kadının da oyunculuklarına bayılıyorum. Şu yazımda bahsettiğim 2 Broke Girls dizinden Max ve Caroline karakterleri bir ise bu ikili ikinci sırada benim için diyebilirim.Hele ki aralarında geçen diyaloglar  dizinin bence bel kemiği.

Konusu kısaca şöyle, Boston dedektifi Jane Rizzoli ile adli tıp doktoru Maura Isles'ın birlikte çözdükleri cinayetleri ve bu esnada yaşadıklarını anlatıyor. Jane'nin dominat ve agresif hareketler sergileyen bir yapısı var iken Maura'nın ise gayet naif ve feminen bir çizgisi var. Yani oldukça zıt iki karakter ama aynı zamanda ikisinin birlikte siyah ve beyaz, iyi ile kötü gibi garip bir uyumları da var.

Ben izlerken inanılmaz keyif alıyorum. Aralarındaki uyumsuz uyumlarını izlerken bir anda bakıyorsunuz ki dizi sizi içine almış ve bırakamıyorsunuz. Ben genel de Amerikan ve İngiliz polisiye dizilerini severim ama bu dizi benim için üst sıralarda. Benim şiddetli tavsiyemdir, izleyin !

İzleyin, izlettirin !!

Not: Dizi Tess Gerritsen'in Rizzoli and Isles kitap serisinden uyarlanmıştır.Yazarın daha öncesinde başka bir kitabını okumuş ve beğenmiştim. İlk fırsatta bu seriyi de okuyup yazacağım.

 Edit : Dizi 7. Sezon 13. bölümü ile final yaptı. Bu kadar iyi bir dizi için ortalamanın altı bir final oldu benim kanaatim. Herşeye rağmen izlemesi en keyifli dizilerden biriydi.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Kore Dizisi : Marriage Contract

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size yakın tarihte bitirdiğim bir diziden bahsedeceğim.


Dizinin ismi Marriage Contract. Başrol oyuncuları  ise Lee Seo Jin ve Uee.

Tanıtım bilgilerini verdim madem önce konusundan sonra fikrimden bahsedebilirim.

Öncelikle, diziyi daha önce şu yazımda bahsettiğim Super Daddy Yeol dizisinin konusuna benzediği için izlemeye karar vermiştim. Sonrasında başroldeki şahsın malum gamzelerini görünce fikrim kesinleşti.

Dizinin konusu ise, çocuğuna çok düşkün anne olan Kang Hye Soo'nun evladı için neleri göze alabileceklerini anlatıyor. Kang Hye Soo'nun kocası çocuğu çok küçükken ölür ve yalnız bir anne olarak çocuğunu büyütmeye başlar fakat kocasının bir çok borcu vardır. Ölen kocasının bitmeyen borçlarını ödemeye çalışırken yaşanılan ufak bir kaza sonucu hasta olduğunu öğrenir. Kendisi ölürse kızına ne olacak ? Ölen kocasının borçları için kendisini tehdit edenlerden kızını kim koruyacak ? Zaten babası olmayan kızı annesi de gidince nasıl hayatla baş edecek ? Kang Hye Soo bunları düşünürken  diğer yandan bildiğin yanağında göçük yaratan güzel gamzeleriyle Han Ji Hoon ise öz annesi ile birlikte yaşadığı ailesi arasında sıkışmış renksiz hayatında babasının bitmeyen istekleri ile uğraşmaktadır. Tüm bunların arasında gelen bir haber ile yıkılır. Annesinin hasta olduğunu ve organ nakline ihtiyacı olduğunu öğrenen Han Ji Hoon annesini nasıl kurtaracak? Uygun organı nasıl bulacak ?

İşte tam bu noktada yolları kesişen bu iki çaresiz insanın hikayesini anlatıyor dizi.

Peki ben sevdim mi ?

Evet. Neden dersiniz, sanırım çaresizlikten doğan hikayeleri, ilişkileri anlatan yapımları seviyorum ben. Kadının donuk olması, diziyi adam ile çocuğun götürmesi bile sevmeme  engel değil !!

Eğer ki yukarıda bahsettiğim sebep sizi de etkiliyor ise izleyin yoksa kararsızım izleyip izlememeniz konusunda. Bir şey kaybetmezsiniz belki ama kazanmazsınız da. Yanisi siz bilirsiniz !!

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Okuyucu Değerlendirmesi : Fi / Çi / Pi

Merhabalar, ben geldim.

Bugün okuduğum, Akilah Azra Kohen'in 3 kitaptan oluşan Fi, Çi ve Pi serisinden bahsedicem size.


Hikaye Fi ile başlıyor. Sizi sarıp sarmalayıp, Çi ile yükseltiyor. Sonu olan Pi'de ise yükselttiği yerden öyle ustalıkla indiriyor ki şaşar beşer olan insanın aslında kim olduğunu anlıyorsunuz.

Düşüşü yükselmek sanırken aslında yükselmenin düşmekten geçtiğini idrak ediyorsunuz. Yok olmadan var olunmayacağını, sadeleşme olmadan güzelleşilmeyeceğini, her etkinin bir tepki doğuracağını, her eylemin bir getirisi olduğu farkının farkına varıyorsunuz !

Ben referansına güvendiğim bir arkadaşımın sonucu kitaba başladığımda, bu kadar seveceğimi okumazsam üzülürmüşüm diye düşüneceğimi düşünmemiştim.

Can Manay'ın narsisizminde, Duru'nun kendini değerlendirdiği başka gözlerde, Deniz'in müzik tutkusunda, Bilge'nin kardeş sevgisinde, Ali'nin bilgi açlığında, Eti'nin bencilliğinde, Özge'nin felsefi duruşunda, Sadık Murat Kolhan'ın yakıcı aşkında kendimi bulacağımı bilmezdim !

Uzun lafı kısaltmayı seven bendeniz der ki, okuyun ve dahi okutturun !

Çok sevdim ya ben !


7 Mayıs 2016 Cumartesi

Ben Masal Sevmiyorum !!

Merhabalar, ben geldim.

Şimdi başlığı gören diyecek nasıl yani ? Masal sevilmez mi ?

Ben sevmiyorum.

Küçükken bunun sebeplerini bilemezdim. Sadece rahatsızlık hissi sarardı beni. Çünkü masallara baktığınızda, kızların kulelere hapsedildiği, bir diğerinin güzelliğini kıskanan kadınların olduğu, davet edilmeyen -belki de davetiyesi postada kayboldu abartılacak ne varsa- kadınların öfkesinden lanetlediği masum kızların olduğu, uyanmak için prensinin öpmesini beklediği aciz kadınlar okuyorsunuz.

Beyaz atlı prens olmazsa uyanamamasına tamam diyelim ki bunu kabul ettik ama peki prensin doğru prens olduğunu uyayan bir kadın nasıl anlar yahu ? Ben uyandığım zaman nerede olduğumu bile unutuyorum bazen ... 



Bir çocuk okurken düşünmez mi bu kadınlar niye bu kadar sıkıntılı, sürekli sorun çıkınca neden yardım bekliyorlar ? Ne kadar işe yaramazlar !

Şimdi kalkıp da Narsist saçmalama küçücük yaşında böyle şeyler düşünemezsin demeyin çünkü düşünemiyor oluşumuz hissedemediğimiz anlamına gelmiyor. Ben sinirlenirdim. Neden uyuyor yıllarca, neden öpülmeyi bekliyor, neden yukarı çıkartabildiği saçlarını kendini kurtarmak için kullanmıyor, neden küçük bir kız çocuğunun kurt potansiyelinin olduğu bir ormana tek başına yolluyor annesi bla bla bla. Liste böyle uzar gider açıkçası.

Şimdi düşünelim neden böyle bu ?
-Bunu tek sorgulayan ben değilimdir mutlaka :)-
Neden kadınların kendini kurtardığı masallar yok ?
 -Varsa da şuan hatırlayamadım varsa hatırlayan  yazsın bana lütfen :)-
Neden masallar da her iki cinste ortak paydaya sahip olamıyor ?
-Çekilin yoldan içimdeki feminist kişilik klavye başında :)-

İçimdeki feminist kişiliğe dikkatinizi verdiğiniz için teşekkür :)

25 Nisan 2016 Pazartesi

Okuyucu Değerlendirmesi : İyi Kalpli Erendira

Merhabalar, ben geldim.

Uzun zaman önce okuyup da yazısını yeni yazma fırsatı bulduğum bir kitaptan bahsedeceğim.

Kitabın adı İyi Kalpli Erendira, yazarı Gabriel Garcia Marquez.

Aslında kitap ilk Nobel Edebiyat Ödülü almış olduğu için dikkatimi çekti. Sonrasında ise yazarını sevdiğim için aldım içeriğine bakmadan.

Peki pişman mıyım ?

Bilmiyorum açıkçası. Çünküsü şöyle ben öyküleri çok sevmem diyebilirim. Çok iyi olması ve konusunun beni sarması gerek. Anladığınız üzere kitap içerisinde öyküler barındırıyor.Fena değildi diyebilirim ben için öyküler ama sanırım beklentimi yüksek tutmuş olmamdan kaynaklı bu hayal kırıklığım. En sevdiğim ise kitaba da ismini veren son öykümüz Erendira. Acımasız anneannesinin yaptıklarına katlanan Erendira.

Fikrime gelirsek de, düşününce son öykü için yine de okunmalı bence ama şunu diyebilirim ki eğer öykü seviyorsanız tamam lakin öyküyle pek aram yok diyorsanız beklentinizi yüksek tutmayın zira beğenmeme ihtimaliniz yüksek.

Okuyun bir şey kazanırsınız diyemem ama kaybetmeyeceğinizi garanti edebilirim :)

15 Nisan 2016 Cuma

The Godfather : Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım .

Merhabalar, ben geldim.

Bugün size yakın tarihte izleme fırsatı bulabildiğim ama aslında çok uzun zaman önce izlemem gerekirdi diye düşündüğüm bir filmden bahsedeceğim.


Filmin ismi The Godfather. Mario Puzo'nun aynı adlı romanından uyarlama olan bu filmi herkes bilir, ama ismini ama müziğini ama posterini ama kendisini. Replikleri, hareketleri defalarca tekrar edilmiş, ezberlenilmiş olan filmin yapım yılı 1973, anlayacağınız üstünden çeyrek asırdan fazla zaman geçmiş. Yine de günümüzün en bilinen ve beğenilen yapımlarndan. Başrollerinde , Marlon Brando ve Al Pacino oynamaktadır.

Konusuna gelirsek, film Amerika da yaşayan bir İtalyan mafya ailesini anlatmakta. İsmin de anladığınız üzere mevzu bahsi geçen bir mafya babası var ortada. Yalnız bu mafya babası biraz farklı, nasıl anlatsam size biraz fazla insani  ayrıca çok da zeki. İnsanlara yardım ederek  kendine iyilik borçlandırıyor ve sonrasında işlerini bu iyiliklerin geri ödemesini isteyerek yönlendiriyor. Ve tabi bunları yaparken, öyle aman aman dehşet şeyler bekliyorsunuz ama hiç de öle değil.  Evet ölen insanlar, çatışmalar, suikastlar söz konusu ama ben daha çok adilikler, ihanetler, işkenceler bekliyordum. Babanın ailesine duyduğu sevgiye bayıldım. İzlerken çok keyif aldım.

Marlon Brando, film çekimleri esnasında -filmi izlerseniz anlarsınız- kullandığı ses tonunu oluşturabilmek için çekimler boyunca ağzında pamuk ile konuşmuş :) Süper adam ya, bayılıyorum.

Sözü uzatmadan şöyle diyelim, nette de biraz araştırma yaparsanız filmin yıllarca bir çok ağırlığı olan listede ilk üçü oynadığını ve hala oynamakta olduğunu öğrenebilirsiniz. Ve en tabi Oscar ödüllerinin olduğunu da...

İzleyin, izlettirin demek istiyorum ama son not olarak da film yavaş bir tempoda devam ediyor. İzlerken ağır gelebilir, Narsist uyarmadı demeyin :)

Not: Filmin  2 devam filmi daha var. En kısa süre de onları da izleyip, yazacağım.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Okuyucu Değerlendirmesi : Gecenin Hakimleri

Merhabalar, ben geldim.

Geldim ama nasıl ? Çok hastayım gençler, uyudum uyandım hasta olmuşum :( Neyse...

Geçen bir arkadaşıma davet edilmiştim. Gece onda kalırken kendiminkini almayı unuttuğum için arkadaşımdan kitap istedim. Bana bir kitap verdi ve "konusunun vampirler olduğunu biliyorum sadece bende okumadım daha" dedi. Bu kadar bilgiyle başladım okumaya. O gece bitti kitap ki zaten 300 sayfa pek kalın değil. Kitabın ismi Gecenin Hakimleri, yazarı ise J. R. Rain.


Fikrime gelirsek;

Ben kitabı beğenebilirdim çünkü neden; konusu vampir ve türevleri olan filmleri de kitapları da normalde severim. Kitaba dönersek, konusu evli ve iki çocuk sahibi bir kadın olan Samantha Moon'un vampir oluşu ve değişen hayatını konu alıyor yani gayet ilgi çekici ve güzel. Ama gel gelelim ki şöyle bir şey var, kitap öyle havadan ve sudan gidip yine aynı kayıtsızlıkla bitti.Muhtemelen devam kitabını çıkaracaklar o yüzden belki bu denli yarım bitirdiler ama çok kötüydü ya !!

Eğer ki güzel ve akıcı bir dili olsaydı ve bu kadar yüzeysel olmasaydı çok severdim / severdiniz !! Lakin diyebileceğim şu, kitabı okumak yerine konusu vampirizm olan her hangi bir diziyi açın ve bir bölümünü izleyin. Size uyandırdığı his bu ! Kim bu, kim bunlar, ne yapıyorlar, neden yapıyorlar, nereye gittiler, neden oldu, nasıl yani gibi trilyon tane soruyla baş başa kalmaktan ve vaktinizin boşa gittiğini hissettirmekten başka yaptığı bir şey yok.

Haa şunu da söyleyeyim devam kitabı çıkarsa okurum çünkü başta da söylediğim gibi konusu çok farklı  ve belki devamında yazar toparlar durumu ümidim var. Okumayanlar okumasınlar !! Ne gerek var !!

26 Mart 2016 Cumartesi

Kore Dizisi : Discovery Of Romance "Kim hatalı ise o öpsün !!"

Merhabalar, ben geldim.

Yine bir dizi anlatacağım. Bugünlerde birden fazla diziyi aynı zaman diliminde izliyorum. Tek dizi izlerken sıkılıyorum :( Birden fazla olunca hepsinden bir iki bölüm izlediğim için darlanmıyorum en azından. Son zamanlarda durum böyle :)

Bunun eksi yönü de artı yönü de yok değil. Eksisi her dizinin bitişi uzun sürüyor -beğendiklerim aralarından sıyrılıyor ama tabi yine de normalden uzun sürüyor-, artısı ise sıkılmıyorsunuz ve finallerini izlemek yakın zamanlara denk geldiği için peş peşe bir çok final izliyorsunuz :) Neyse konumuza dönersek, vizeler öncesi son dizimi de dün akşam bitirdim, vize moduna girmeden onu anlatmak istiyorum.


Dizinin ismi Discovery Of Romance. Başrolllerinde Eric Moon, Sung Joon ve Jung Yu Mi oynuyor. Aynı çift daha öncesinde de Que Sera Sera dizisinde birlikte oynamışlar -benim de izleme listemde bu dizi ama daha fırsat bulamadım, olumlu yorumları var-.

Konusu ise şöyle, Kang Tae Ha ve Han Yeo Reum bir tren gezisinde tanışırlar ve ilk görüşte aşık olurlar.Beş yıllık ilişkileri yine başladığı noktada yani tren istasyonunda Yeo Reum'un ayrılmak istemesi ile biter. Ayrılıklarından beş yıl sonrasında ise garip bir tesadüf sonucu Tae Ha ve Yeo Reum karşılaşırlar. Kang Tae Ha Han Yeo Reum'u özlediğini ve hala sevdiğini farketmiştir ama ortada bir problem var, Yeo Reum yakın arkadaşı Do Joon Ho'nun  doktor arkadaşı Nam Ha Jin'le çıkmaktadır . Çift aynı zamanda evlilik planları yapmaktadırlar. Bu durumda Kang Tae Ha ne yapmalı ? Mutsuz olsa dahi kendisi ile mutsuz olmasını isteyecek kadar bencil iken nasıl bir başkası ile hayat kurmasını izleyebilecekt ? Peki Yeo Reum onu önemsemediğini düşündüğü için  Kang Tae Ha ile ayrılırken Nam Ha Jin'e karşı nasıl bir sevgili olacak  ? İzleyin gençler !



Pek ben ne düşünüyorum ? İlk bölümde sevmeyeceğimi düşünüyordum. Sonra bir baktım, bir sonraki bölümünü bekliyorum. Karakterlerle kızıp, karakterlerle üzülüyorum. Ben sevdim ya :) Zaten ikili ilişkileri eleştiren dizileri severdim, bunu da sevdim. Hele ki doktor Nam Ha Jin'e bayıldım. O ne naif adam öyle :) Normal de ikinci adamları pek sevmem ama bu sefer başka :) Naif adamları seviyorum ben ya, böyle kırılgan gözlerle bakan adamlar ne güzel adamlar :)

İzleyin, izlettirin !!

Not: Dolap sahnelerine bayıldım, beni de biri bulsun dolaplarda :)